35
disipline rağmen mezuniyete 77 gün kala
bir gün okulun bütün nizam ve yönetme-
likleri rafa kaldırılırdı. Öğrenci o gün iste-
diği gibi hareket etme özgürlüğüne sahip
olur, taşkınlıkları müsamaha ile karşıla-
nırdı.
Bizim sınıf 77. günde hızını alamadı. Bu
müsamaha şehirde de varmış gibi elimiz-
de tebeşir, duvar ve tramvaylara 77 ra-
kamını yazıp geçiyorduk. O gece bu suçu
işlerken ben dahil 5 kişi sivil polislerce ya-
kalandık. Geceyi karakolda, ertesi günü
Emniyet 1. Şube’de sorgulanarak geçirdik.
77’nin (İ.İ.) yani İsmet İnönü adının baş
harflerini ifade etmediğini ve Milli Şef’e
karşı bir hareket içinde olmadığımızı çok
zor anlatabildik.
10
Nihat Gökyiğit de Robert Kolej’den me-
zun olduktan sonra, Feyyaz Berker gibi
yüksek öğrenimini Amerika’da, Michigan
Üniversitesi’nde yapmaya karar verdi. Bu
kararı ortak alıp almadıklarını bugün ikisi
de hatırlamıyor, ama Nihat Gökyiğit, bel-
ki birbirlerini etkilemiş olabileceklerini
düşünüyor. Feyyaz Berker, gidiş için ha-
vayolunu tercih etmişti. O günlerde uçak
çok nadir ve pahalıydı. Türkiye ile Ameri-
ka arasında doğrudan sefer olmadığından
uçağa binmek için önce Mısır’a gitmek ge-
rekiyordu. Nihat Gökyiğit bu nedenle terci-
hini deniz yolundan yana kullandı. Ancak
bu sırada Michigan’dan beklediği kabul
kâğıdı halen gelmemişti. O nedenle önce
ikinci tercihi olan Nebraska’ya gitti; daha
sonra Michigan Üniversitesi’nden aksep-
tansı gelince oraya geçti. Bu sırada daha
önce yola çıkan Feyyaz Berker Michigan’a
ulaşmış, oradaki yeni yaşantısına çoktan
ayak uydurmuştu.
Amerika’ya denizden gitmenin de pek ko-
lay olduğu söylenemezdi. İki ülke arasın-
da düzenli yolcu gemisi seferleri yoktu.
Yük taşıyan şilepler aynı zamanda yolcu
da taşıyordu ve yolcuların tek şansı bu şi-
leplerin programına göre hareket etmekti.
Nihat Gökyiğit, sekiz arkadaşı ile bir Ka-
nada şilebinde yer bulmuştu. Aylarca şi-
lebin İstanbul’a gelmesi beklendi. Sonun-
da haber ulaştı: “Hazır olun, yarın şilep
İstanbul’da.” Böylece dokuz öğrenci, yan-
larında bir de başka yolcu olduğu halde,
1947 yılının Şubat ayında denize açıldı:
Amerika’ya şileple yolculuk otuz gün
sürdü. Otuz gün denizdeydik, sadece
Cebelitarık’a uğradık. Derken fırtına baş-
ladı, gemiye kumlar geldi; gemi sahile ya-
kından gidiyordu. Akdeniz’den çıktık, dağ
gibi dalgaların arasından gidiyorduk.
Evvela bir iki gün hiçbir şey yiyemedik.
Gemide on yolcu vardı; dokuzu talebeydi,
biri de Kadir Ağa. Genç yaşta Amerika’ya
gitmiş, hayatı boyunca orada kalmış, yet-
miş yaş civarında, memleketimi göreyim
diye gelmiş, tekrar dönüyor. “Kadir Ağa
sen ne iş yaptın Amerika’da bu kadar za-
man?” diye sorduk, “Ben” dedi “hiçbir iş
yapmadım, kumar oynadım hep.” Bütün
hayatı boyunca kumar oynamış.
Yataklar ranzaydı, ben alttakinde yatı-
yordum, yukarıdakine bir ağırlık astım,
ne kadar açıyla gidiyoruz sağa sola di-
ye bakıyorum. Kamaralar geminin arka
tarafında, yemek kısmı ön tarafta; arası
açık, güverte. Yemek vakti bir zenci kama-
rot çıkıyor buraya, bize “Durun, bekleyin”
diyor, “Ben işaret verince koşacaksınız.”
İşaret veriyor, koşuyoruz, çünkü dal-
ga alıp götürebilir, öyle bir fırtına var.
Sonumuzun geldiğini düşündük orada.
Newport News’a çıktık Amerika’da; hani
insanlar yeri öperler ya, biz de öyle yeri
öpüyoruz canımızı kurtardık diye.
Gruptakiler, Newport News’ta karaya çık-
tıktan sonra –yanlarında yeni arkadaşları
Kadir Ağa olduğu halde– önce feribotla
karşıya geçip New York’a, öğrenci mü-
fettişliğine gitmek üzere trene bindiler.
Amerika’da Nihat Gökyiğit’i etkileyen ilk
şey, gecenin içinde gözlerini kamaştıran
aydınlık olmuştu. Yollar, benzin istasyon-
ları, garlar... Her yer aydınlıktı, müthiş bir
aydınlık vardı. Gördükleri her şey onları
heyecan içinde bırakıyordu. Trende içtikle-
ri sütün dayanıklı karton kapları bile onlar
için öylesine yeniydi ki, atmaya kıyamayıp
saklamaya karar vermişlerdi.