36
Sonra New York’a geldiler, gökdelenler
kentine. Türk öğrenci müfettişliği Empire
State binasının üst katlarındaydı. Camdan
aşağı bakınca akılları gitti. Daha önce in-
sanları hiç bu kadar yüksekten görmemiş-
lerdi. Karşılaştıkları her şey bir mühendis-
lik mucizesiydi ve onlar da buraya zaten
bunun için, yani mühendisliklerini ilerlet-
mek için gelmişlerdi.
Nihat Gökyiğit Amerika’daki ilk döne-
mini Nebraska’da okudu. Ardından Ann
Arbor’daki
Michigan
Üniversitesi’ne
geçti. Nebraska’da yaptığı çalışma-
lar Michigan’da kabul edildiğinden, bu
değişiklik ona bir şey kaybettirmedi.
Amerika’ya burslu gelmediği için, okul üc-
retlerini ve harçlığını kendisi karşılamak
zorundaydı. İstanbul’dan, ailesinden ayda
yüz kırk dolar geliyordu. Gezmeyi, eğlen-
meyi seven ve çoğu hemen bir otomobil
edinen diğer öğrenciler gibi büyük bir har-
caması yoktu gerçi, ama yine de babasına
fazla yük olmayı istemiyor, kendi parası-
nı kendi kazanmak istiyordu. Bu nedenle
Nebraska’dan başlayarak Amerika’daki
tüm öğrencilik yaşamı boyunca bir yandan
okurken bir yandan da çalıştı.
Nebraska’da Türkiye’den gelen bir arka-
daşıyla bulduğu ilk iş mezar kazıcılığıydı;
ama bu işi beğenmeyip hemen geri dön-
düler. Sonra bir dondurma fabrikasında
iş buldular. Kendilerine verilen görev,
önlerindeki banttan geçen dondurmala-
ra çubuk takmaktı. Nihat Gökyiğit bu işi
bir süre götürebildiyse de, arkadaşı Haris
dayanamayıp kaçtı. Ardından bir vagon
fabrikasında işe başladılar. Burada yaptık-
ları şey, vagonlardaki kereste ve tuğlaları
örselemeden, bu iş için geliştirilmiş özel
araçları kullanarak aşağı indirmekti. Tüm
bu işlerde, aslında Amerika’ya ayak bastığı
günden beri, iki şey Nihat Gökyiğit’in dik-
katini fazlasıyla çekmişti:
Organizasyon ve alet! En verimli üretim
yapmanın ne demek olduğunu her yerde
görüyorsun. Çok etkilendim bundan.
Okula kayıt yaptırırken de dikkatimi çe-
ken bir şey olmuştu. O zaman 20 bin kadar
talebe vardı. Birkaç gün içinde, bu kadar
insanın kaydını nasıl yapabiliyorlar? Üs-
telik bunun içinde muayene de var. Büyük
bir jimnastik salonu düşünün; üzerinde
elips şeklinde bir de balkonu var. Doktor-
lar ve tıp fakültesinin son sınıf öğrencileri
görevliydiler. Soyunuyorsun, bir torbaya
koyuyorsun eşyalarını ve yürürken bir ta-
nesi “Dur, dilini çıkar!” diyor. Oraya gidi-
yorsun, muayene ediyor, röntgen çekiyor.
Öbürü kulağına bakıyor. Sonra aradan
bir iki hafta geçiyor, sana bir not geliyor,
bir doktor seninle konuşuyor.
Bu organizasyon çok etkiliyor insanı. Or-
ganizasyon beni hep etkiledi Amerika’da.
Bir işi en verimli halde yapmak için her
şey düşünülmüştü.
Nihat Gökyiğit, Michigan’da da çalışmaya
devam etti. Okul idaresi, öğrenciler arasın-
dan çalışmak isteyenlere okulun yemek-
hanesinde, bulaşık kısmında iş veriyordu.
Gökyiğit, masalardan boş tabakları topla-
makla görevlendirildi. Yine orada, tabak-
ları yıkayan makineler dikkatini çekti. Her
işin kolayının bulunmuş olması onu çok
etkiliyordu. Sonra dışarıda bir markette
gece işi buldu. Görevi, boşalan rafları dol-
durup fiyat basmaktı. Gece vardiyasında
toplam beş kişi vardı. Marketin sahibi, Ni-
hat Gökyiğit’in çalışmasını beğendiği için
onu şef yapmış, ayrıca küçük bir zamla sa-
at ücretini artırmıştı. Markette diledikleri
her şeyi, diledikleri kadar yemelerine izin
vardı. Ama dışarı çıkardıkları şeylerin pa-
rasını ödemek zorundaydılar.
Market sahibinin geceleri mağazayı bu şe-
kilde bırakıp gitmesini ve neyin parasının
ödenip neyin ödenmeyeceğini tümüyle
945 yılında ABD Başkanı
olan Harry S. Truman (soldan
birinci), bundan birkaç yıl sonra
açıklayacağı Truman Doktrini ile
Türkiye tarihine yön veren bir
siyasetçiydi. Truman Doktrini esas
olarak Sovyet tehdidine karşı bir
cephe oluşturulmasını savunuyor
ve bu amaçla “komünizm tehdidi”
altındaki devletlere mali ve askeri
yardım yapılmasını öngörüyordu.
Karşı sayfada, Nihat Gökyiğit
(ortada şapkalı) bir havaalanı şan-
tiyesinde çalışanlarla bir arada.
1