Table of Contents Table of Contents
Previous Page  38 / 285 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 38 / 285 Next Page
Page Background

37

çalışanların kendi kararlarına bırakmış ol-

masını Nihat Gökyiğit başlangıçta bir hayli

yadırgamıştı. Benzer bir yaklaşımı Michi-

gan Üniversitesi’nde, ilk sınavına girdiğin-

de de görmüş ve şaşırmıştı:

Okulda sınavlar sırasında öğretmen test

sorularını verip sınıftan çıkıyor. Kitaplar,

defterler, sözlükler... Ne isterseniz kullan-

mak serbest, yalnızca yanınızdaki ile ko-

nuşmak yasak. Çünkü, test kâğıdının al-

tında imza attığınız bir ibare var: “Ben bu

sınavı kimseden yardım görmeden yap-

tım.” Burada öğrenciye iletilen iki mesaj

var: Birincisi, “Verdiğin söze güvenirim.”

İkincisi, “Sen bunu kitaplardan, başka

kaynaklardan bulmayı, yani öğrenmeyi

öğren, ama ezberleme.” Gerçekten de bir

işe başlarken “Bu işte bunun bir maksadı

var, bunda bir hainlik var” diye başlarsan

hiçbir meseleyi çözemezsin. Ama “Ben bu-

na bir güveneyim” diye başlarsan bir çare

bulunur.

Nihat Gökyiğit’in Amerika’da kaldığı üç

yıl boyunca Türkiye ile bağlantısı hemen

sadece mektuplarla sınırlıydı. Telefonla

bağlantı kurmak neredeyse imkânsızdı.

Telefon edileceği zaman önceden karşılıklı

olarak telgraflarla gün ve saat tespit edili-

yor, o saatlerde telefonun başında bekleni-

yordu. Ama çoğu zaman bağlantı sağlana-

madığı için bu beklemeler boşa gidiyordu.

Televizyon henüz yaygın değildi ve pek çok

kişi dünya gündemiyle ilgili konuları ga-

zetelerden, radyodan ya da sinemalarda

filmlerden önce gösterilen haber özetlerin-

den takip ediyordu. Nihat Gökyiğit, okula

kayıt yaptırırken verilen maç biletlerini

satıp bir radyo almış, maçları ve haberleri

oradan izlemeye başlamıştı. Üniversiteden

diplomasını alıp iş için New York’a döndü-

ğü 1948 yılında, Truman’ın Cumhuriyetçi

başkan adayı Dewey’e karşı zafer kazandığı

seçimleri de, işte bu radyodan dinlemişti:

Ben Truman’ı tuttum; daha halk insanıy-

dı, iniyordu trenden, halkla kucaklaşıp ko-

nuşuyordu. Rakibi daha ciddi bir adamdı,

New York savcılığından gelmişti. Sonuçta

Truman seçilmiş, açık havada muazzam

bir millet toplanmıştı. Fotoğraf makinem

de vardı, ama kalabalıktan resim çekemi-

yordum. Bir ağaca çıktım, resmi çektim

ve bir dala tutunarak indim aşağıya. New

York’a geldiğimde omzum ağrımaya baş-

ladı; elimi oynatamıyordum. Bir doktora

gittim, ameliyat gerektiğini söyledi. Bu

pek işime gelmedi. Çünkü işe gidecektim,

iki gün izin almıştım. Başka bir doktora

gittim. Adale ağrısı olduğunu, birkaç gü-

ne kadar geçeceğini söyledi. Ama ikisinin

de dediği doğru çıkmadı. Seneler sonra

müthiş bir ağrı yaptı. Ancak İsviçre’de

kortizon tedavisiyle iyileşti. Truman’ın

resmini çekerken olmuştu işte bu kaza.

Nihat Gökyiğit 1948’de Michigan Üniver-

sitesi’nden diplomasını aldıktan sonra,

tıpkı Feyyaz Berker gibi, bir sene daha ka-

lıp mühendis olarak Amerika’daki iş haya-

tını tanımak istedi. Pennsylvania’da, Gan-

nett Fleming Corddry and Carpenter, Inc.

adlı firmada bir işe müracaat etti. Firma

“structural design”

yapıyordu. Görüşmede

kendisinden ne bir belge, ne de diploma

sordular. Sadece bir atık su tesisinin di-

zaynına yönelik problem verip çözmesini

istediler:

Görüştüğüm kişi “Burada su ve bataklık

var, burada da rüzgâr kuvveti var. Bunu

dizayn edip her noktadaki momenti bula-

caksın” dedi ve çözümünü istedi benden;

bir de hangi sistemi kullanacağımı sordu.

Gene benim gibi yeni gelen birine de aynı

şeyi verdi, o da başka bir sistem söyledi.

Oturduk üç dört gün çalıştık bu iş üzerin-

de, ikimizinki de bitti. İkimizinkini de aldı,

camın üzerine koydu ve ikimizi de işe al-

dığını söyledi. Bu durum şunu gösteriyor:

Sen benim işimi yapabiliyorsan tamam,

senin diplomanın bir önemi yok.

Nihat Gökyiğit bir sene kadar bu firmada

çalıştıktan sonra 1949’da yurda dönmeye