52
II. Dünya Savaşı Avrupa’yı kasıp kavurur-
ken, kendini savaştan uzak tutmayı başa-
ran Türkiye bu gelişmelerden hiç etkilen-
memiş değildi. Her şeyden önce, savaştan
evvel tüm sıkıntılarına rağmen yıllık bü-
yüme oranı neredeyse yüzde 15’lere ulaşan
ve sürekli büyüme trendini yakalamış olan
ekonomi, savaşla birlikte artan savunma
harcamaları ve durma noktasına gelen ya-
tırımlar nedeniyle büyük bir sarsıntı yaşa-
mıştı. Yaklaşık bir milyon kişinin silah al-
tına alınması büyük işgücü kaybına neden
olmuş, özellikle tarımsal malların üretimi
azalmış, ithalat hacmi iki yıl içinde yarı
yarıya düşmüş, bu nedenle dışa bağımlı
sanayi üretiminde önemli bir daralma ya-
şanmış, mal darlığı nedeniyle istifçilik, ka-
raborsa ve suistimal baş göstermiş, enflas-
yon patlamış, ülke, sınırlarını güvence altı-
na almak uğruna sanayileşme ve kalkınma
çabalarını askıya almak zorunda kalmıştı.
1
Ülkenin zaten kısıtlı olan imkânları savaş
süresince ordunun emrine akıtıldığından,
gelişmeye yönelik yatırımlar neredeyse
durma noktasına gelmişti. Artık kronik
bir hal alan yoksullukla mücadele etmenin
koşulu olan atılımları yapacak ne para, ne
de birikim vardı. Böyle bir gelişme ancak
yabancı sermaye yoluyla sağlanabilirdi ve
yabancı sermayeyi ülkeye çekebilmenin
yolu, ülkenin hem siyasi, hem de ekonomik
yapısını liberalleştirmekten geçiyordu.
Ekonomik gerekçelerin yanında, ülkenin
toplumsal ve siyasi yapısı da artık devlet-
çilikten liberalleşmeye yönelmeyi zorunlu
kılıyordu. Çünkü savaş süresince CHP’nin
devletçi iktisat uygulamaları giderek totali-
ter bir çehreye bürünmüş, 1940 tarihli Mil-
li Korunma Kanunu ve 1942 tarihli Varlık
Vergisi büyük bir kesimin şiddetli tepkisi-
ne yol açmıştı. Özellikle elindeki mahsulü
kendisine dikte edilen düşük fiyatla devlete
satmak zorunda bırakılan köylü, bu duru-
mun savaşın bir gereği olduğu düşüncesini
kabul edememiş ve iktidara karşı büyük bir
öfke beslemeye başlamıştı.
Bu olumsuz hava, CHP içerisinde de birçok
siyasetçiyi daha liberal bir arayışa yönelt-
mişti. Böylece 1945 yılından başlayarak tek
parti yönetimi hızla çözülmeye başlamış
ve parti içinde ciddi bir muhalefet grubu
oluşmuştu. Eski başbakanlardan Celal Ba-
yar ile ona yakın isimlerden Adnan Men-
deres, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü, 7
Haziran’da CHP Meclis Grubu’na “Dörtlü
Takrir” olarak anılan bir önerge vererek
demokratikleşme yolunda bazı isteklerde
bulunmuşlardı. Bu önergenin reddedilme-
si üzerine, bir kısmı ihraç yoluyla, bir kısmı
da kendisi istifa ederek CHP’den ayrılan bu
dört milletvekili, 1946 yılının hemen ba-
şında Demokrat Parti (DP) adında yeni bir
parti kuracaklardı. Bu parti, CHP’ye küs-
kün olan köylü tabanından büyük destek
alarak kısa zamanda yükselecekti.
Dış siyasette de Türkiye savaş süresince
tarafsızlığını koruma kaygısı içinde değiş-
ken bir politika izlemek zorunda kalmış,
duruma göre kâh İngiltere ve Fransa’yla,
kâh Almanya ile yakınlaşmalar yaşamış,
Memur kalsaydık ne olurduk? Bunu sormak istemiyorum.
Bizim karakterimize uymayan bir yapıydı bu.
merika’dan döndükten son-
ra Ankara’ya geldik. Ailemiz
Ankara’daydı. Necati İzmirliydi.
Nihat’ın ailesinin de Ankara’da ol-
duğunu zannetmiyorum. O sırada
NATO olayı ortaya çıktı. NATO
dediğiniz zaman akla hava mey-
danları geliyor. O zaman Amerika
Türkiye’ye yardım ediyor, NATO
vasıtasıyla hava meydanları inşa
ediliyordu. NATO ihaleleri do-
layısıyla inşaat işleri Türkiye’de
büyük ivme kazanmıştı. Bunların
içinde Nihat’ın gittiği Konya Hava
Meydanı inşaatı da vardı. Ben kali-
te kontrol ve laboratuvar işlerine
bakıyordum, Necati ise mühen-
dislik işlerine. Aynı binada çalışı-
yorduk. Amerika’dan gelenler de
ayrıca birbirleriyle çalışıyordu. Aile
dostu olduk zaten; evlendik, eşle-
rimiz birbiriyle tanıştı. Hava Mey-
danları İnşaat Müdürü Esat Bey
vardı. Bana ve eşime orada özel
bir merasimle yüzük taktılar. Bu
neredeyse benim evlenmeme mani
oluyordu; çünkü eşimin ailesi bunu
duyunca çok kızmış, “Senin hava
meydanları müdürü bizim haberi-
miz olmadan nasıl böyle bir mera-
sim yapar!” diye. İşin esprisi tabii.
Neyse, sonunda kendimizi affettir-
dik. İlk evlenen ben oldum zanne-
diyorum. Sonra Nihat, daha sonra
Necati. Ama aile dostu olduk.
Hava Meydanları İnşaat Grubu bi-
zim gibi insanlarla doluydu. Dil bil-
meyen neredeyse giremezdi. Me-
mur kalsaydık ne olurduk? Bunu
sormak istemiyorum. Bizim karak-
terimize uymayan bir yapıydı bu.
A
Feyyaz Berker