224
HMB’nin satın alınmasında, üst üste ko-
nulduğunda her biri kendi içinde son dere-
ce haklı nedenlere dayanan bir dizi gerekçe
rol oynamıştı. Öncelikle 1990’ların ilk yıl-
larında Körfez Savaşı’nın patlak vermesi
ve petrol fiyatlarının radikal bir şekilde
düşmesine bağlı olarak Ortadoğu’daki iş-
ler bıçak gibi kesilmiş, hemen ardından
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bu coğ-
rafyada takip edilen dört büyük proje de
kesintiye uğramıştı. Tekfen, iş hacminde
meydana gelen bu azalmayı kısmen iç pi-
yasadan aldığı TAG Otoyolu ve diğer büyük
inşaat projeleri ile kapatmayı başardıysa
da, yaşanan tecrübeler onun uzun vadede
değişik pazarlara açılarak riski dağıtması
gerektiğini ortaya koymuştu. O dönemde
Tekfen İnşaat’ın genel müdürü olan Murat
Gigin, 40. yıl kutlamaları nedeniyle yayım-
ladığı kurum içi mesajında, yeni açılımın
hangi yöne doğru olacağını, “Faaliyetleri-
mizi yürütebileceğimiz uygun pazar ve ye-
ni bir
‘base’
konusunda global araştırmala-
rımız sonucunda, Avrupa pazarında karar
kıldık” sözleriyle açıklamaktaydı.
1
Bu yeni coğrafyaya açılışı o ülkelerde bü-
rolar kurmak yoluyla değil, Avrupa’da
faal durumdaki bir inşaat şirketini satın
alma yoluyla yapmak da akılcı bir çözüm
görünüyordu. Çünkü bu çözüm öncelikle
Tekfen’in yıllardan beri bir Türk şirketi
olarak projelerin finansmanı için Avru-
pa’daki bankalardan kredi almakta yaşadı-
ğı sıkıntıları ortadan kaldıracak, ayrıca ona
Türkiye’de mevcut olmayan sigorta ola-
naklarından yararlanma fırsatı sunacaktı.
Ayrıca böyle bir şirket, Avrupa’dan iş al-
makta çok yararlı olabilirdi. O güne kadar
Tekfen, tüm çabalarına karşın bu konuda
başarılı olamamıştı. Mehmet Kösebay’a
göre Avrupa’da iş yapmak için birçok NA-
TO projesine müracaat edilmiş, hatta bu
amaçla Brüksel’de temaslarda bulunul-
muş, ancak engelleri aşmak mümkün ol-
mamıştı. Öte yandan Türkiye’nin 1980’ler-
de askıya alınan, sık sık kesilen ve çok zor
yürüyen Avrupa Topluluğu ilişkileri, 1990
yılında yeniden ivme kazanmıştı. Ahmet
İpekçi’ye göre belki Türkiye’nin AT’ye ka-
bul edilmesi kolay olmayacak ve uzun za-
man alacaktı; ancak Tekfen’in Avrupa’ya
girmemesi için hiçbir neden yoktu:
90’lı yıllara geldiğimizde, Tekfen İnşaat’ın
bir resmini çekmek lazım belki. Bankasın-
da 100 milyon dolar nakit parası vardı.
Yani kullanmadığı bu para ile ben nereye
yöneleyim diye düşünmeye başladığı bir
dönemdi. Bizim için önemli bir fırsat var-
dı. O da, Almanya’daki özelleştirme ida-
resiydi. Treuhand adı verilen bu kurum,
Doğu Almanya’daki son bir buçuk yılına
girmişti. Yani bu süre içinde ne özelleştiri-
lirse özelleştirilecek, bakiyesi bırakılacak.
O zaman Tekfen içinde bu hadise günde-
me geldi, tartışıldı. Sonunda şöyle bir fikir
oluştu. Alman ekonomisi AT’nin lokomotif
ekonomisidir. Biz, Doğu Almanya’da da
olsa, hazır takımını kurmuş, bir sürü işler
yapmış, geçmişi iyi bir şirketi alarak baş-
larsak, Tekfen’i de AT’ye sokmuş oluruz.
Türkiye de nasıl olsa arkadan gelecektir.
Böylece Treuhand ile ilk münasebetleri
başlattık.
İşe, özelleştirme kapsamında olan şir-
ketlerin incelenmesiyle başlandı. Tek tek
belgeleri incelendi ve pek çok şirket değer-
lendirmeye tabi tutuldu. Ancak Treuhand,
bunlar arasından ısrarla biri üzerinde
duruyordu. Bu şirket özellikle Sovyetler
Birliği’nde büyük projelere imza atmış,
elinde 360’tan fazla işten oluşan güzel
bir portföyü bulunan ve 4.100 çalışanıy-
la Tekfen’den daha büyük bir şirket olan
Hallesche Mitteldeutsche Bau AG (HMB)
idi. Şirket 1992’de 730 milyon marklık ciro
yapmış, ancak yılı 108 milyon mark zarar-
la kapatmıştı. Buna karşılık HMB’nin so-
nuçlarını beklediği tekliflerin toplamı 1.3
milyar mark dolayındaydı.
2
Erhan Öner’e
göre böyle bir şirketin gücü, Tekfen’in “lig
atlamasına” önemli katkı sağlayabilirdi.
HMB’nin satın alınması, Ahmet İpekçi’ye
göre Türkiye’de olduğu kadar, Almanya’da
da büyük ilgi uyandırmıştı. Şirket çalışan-
larıyla ilk toplantı, firmanın merkezi olan