129
Esin adlı kimya mühendisi genç Türk kadınının
Amerika’da yol açtığı şaşkınlık
Bugün Tarımsal Sanayi Grubundan Sorumlu Başkan Yardımcısı
olarak görev yapan Esin Mete’nin Tekfen’de işe ilk başladığı gün-
lerde, kurulması planlanan gübre fabrikasıyla ilgili olarak firmada
hummalı bir çalışma sürüyordu.
1973 benim okuldan mezun olup Tekfen’de işe başladığım sene.
73’ten 75’e kadar biz hep gübre fabrikasının fizibiliteleriyle uğ-
raştık. Bu arada proses seçiyoruz tabii, çünkü fizibilitenin esası
o prosese göre yapılacak. Yine 75 senesindeydi, Necati Bey dedi
ki, “Amerika’da bir enstitü var, orada bizim seçtiğimiz bazı pro-
sesler var, sen bir ziyaret yapıp bunların doğruluğunu, güncel-
liğini incele.” Ayrıca Williams Company diye bir inşaat şirketi
vardı Amerika’da, daha önce Türkiye’de büyük işler yapmış,
onlar da bir gübre fabrikası kurmuşlar Agrico diye. “Sen hazır
Amerika’ya gitmişken bir de Agrico’ya git, orada benim dostla-
rım var, git onları gör” dedi. Necati Bey’in dostlarım dediği, kos-
koca Williams’ın sahipleri, Joe Williams, John Williams...
Şimdi düşünün, ben daha üniversiteden yeni mezun bir kişiyim,
beni Amerika’ya gönderiyorlar Williamsları göreyimdiye. Neca-
ti Bey söyledi, bitti onun için, ama o zaman Genel Müdür Günay
Bey çok telaşlandı. Bir hanım kendi başına Amerika’ya gidecek,
o şehirden bu şehire dolaşıp duracak, nasıl olacak bu iş? Bir türlü
hafsalası almadı. Necati Bey diyor ki “Bin otobüse git”, Günay
Bey’in saçları dikeliyor, “Esin otobüsle nasıl gidecek!” diye. Tabii
o zaman kredi kartı yok, bana nakit para verdiler, Günay Bey
diyor ki “Sakın bunları üzerinde taşıma”, “Ee n’apayım Günay
Bey?” Beni böyle endişeli bir şekilde gönderdi. Sonra öğrendim
ki, ben gelinceye kadar uyuyamamış Günay Bey.
Buradan Frankfurt, Londra, öyle böyle gittim New York’a. Ora-
dan Tulsa’ya uçacağım, havaalanına geç kaldım, ama zar zor
yetişip kendimi uçağa attım. Üçlü bir sırada ortada oturuyorum,
yanımda da iki tane Amerikalı. Sol tarafımda oturan devamlı
konuşuyor, “Nereden geldin, nereye gidiyorsun?” Sonunda bu
adam Tulsa’nın şerifi çıktı. Ben “Williams’a gidiyorum” deyin-
ce iş değişti. Tam uçak inerken
walkie talkie
gibi bir şeyle haber
verdi aşağıya. Ben böyle bir şey ilk defa görüyorum hayatımda.
Neyse, indik aşağıya, ben valizimi aldım gideceğim, “Yok” dedi,
“madem Williams’ın misafirisin, ben seni oteline götüreyim.”
Sonra beni şerif arabasına oturttu, tepeye de o mavi lambayı
taktı, biz siren çala çala gittik otele. Şimdi ben arabanın içinde
düşünüyorum, “Hey gidi Günay Bey, sen bir görsen ki Esin nere-
lerde gidiyor, saçların dikelirdi!” Neyse, ertesi gün Williams’tan
geldiler aldılar beni. Joe Williams’ın yanına çıktık, Necati Bey’in
selamlarını ilettim. Ondan sonra da onların tesislerini gezmek
üzere Amerika’da bir sürü yere gittim.
New Orleans’ta büyük bir asit fabrikaları vardı. Oraya da git-
tik, beni fabrika müdürünün odasına aldılar. Ben sorularımı
soruyorum, ama devamlı iki dakikada bir tak tak kapı çalıyor,
biri kapıyı açıp,
“Excuse me!”
deyip tekrar kapatıyor. Ben de
düşünüyorum; biz burada Günay Bey’in yanına öyle kırk defa
gireceğiz çıkacağız, olacak şey değil. Adam da sonunda kendini
izahat vermek zorunda hissetti. Dedi ki, “Bunlar seni görmeye
geliyorlar. Çünkü haber geldi, Türkiye’den bir hanım kimya mü-
hendisi burada diye. Türkiye-kimya mühendisi-hanım... Bu üçü
oturmadı kimsenin kafasında, o yüzden herkes gelip seni görmek
istiyor” dedi. Ben de böyle olunca “Nesli tükenmiş hayvan gibi
hissettim kendimi” dedim adama. Gülüştük, geçtik.
Gerçekten de, ilk defa orada gördüm böyle bir cinsiyet farkını.
Yine Amerika’da, başka bir fabrikada yaşlıca bir adamcağızla
tanıştım, o da kimya mühendisiymiş. Adam, “Kesinlikle inanmı-
yorum senin kimya mühendisi olduğuna” dedi, “Sen benim ka-
dar akıllı olamazsın!” Aynen böyle söyledi bana. Bunu ciddi söy-
lediğinden eminim, öyle şakadan söylenmiş bir laf değildi. “Sen”
dedi, “niye hastabakıcı olmadın, öğretmen olmadın, ev hanımı
olmadın da, kalktın kimya mühendisi oldun?”
Tekfen’de ilk çalışmaya başladığımda benden başka kadın mü-
hendis yoktu ama, Amerika’daki o halleri gördükten sonra,
Tekfen’in beni çok büyük bir olgunlukla kabul ettiğini anladım.