Table of Contents Table of Contents
Previous Page  125 / 285 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 125 / 285 Next Page
Page Background

124

ecati Bey’in ileriyi görüşü

müthiştir. İki türlü

pipeline

mec-

muası geliyordu şirkete o zaman.

Pipeline Engineering

daha teknik,

Pipeline Industry

ise daha ticariydi.

Ticari olan dergi

pipeline

camiasın-

daki haberleri, diğeri de boru hat-

larının nasıl dizayn edileceği, nasıl

kaplanacağı, nasıl kaynak yapılacağı

gibi teknik konularda bilgi veriyor-

du. Tabii genç bir mühendis olarak

bana teknik konu daha cazip geli-

yor, diğeri enteresan gelmiyordu.

O acemilikle bir gün Necati Bey’e

dedim ki, “Efendim, bu iki mec-

muaya lüzum yok, biz şu teknik

olana abone olmaya devam edelim,

diğerinin ben pek faydasını görmü-

yorum.” Necati Bey bu önerimi,

“Öyle deme! Diğeri teknikten da-

ha mühim; iş olacak ki tekniği kul-

lanasın, iş yoksa tekniği ne yapa-

caksın? Sen ona da bak, ondan da

bana not çıkar, onlar çok mühim!”

diye cevapladı. Zaman geçince in-

san idrak ediyor ki, pazar, pazarla-

ma, ticaret her zaman için tekniğin

önüne geçiyor. Tekniği her zaman

bir yerden temin etmek, satın

almak, yaptırtmak mümkün, ama

ticaret ve pazarlama öyle değil,

o biraz daha ön plana çıkıyor.

N

Erhan Öner

olduğu için ona personel işlerini ve idari

işleri vermişler. Çok da iyi yapardı o iş-

leri. İşe gireceğiniz zaman yeterlilik dos-

yasının hazırlanması gerekiyordu, onu

da İsmet Taşkan hazırlardı. Ardından si-

gorta işleri çıktı, onlara da İsmet Taşkan

bakıyordu. Birisine verilmemiş ne kadar

bakiye iş varsa, hepsine bakan biriydi. İs-

met Bey’in değeri, emekli olup ayrıldıktan

sonra anlaşıldı. Onun işini yapmak için

yerine iki-üç kişi kondu.

“Herkesin her işe bakması” yaklaşımı,

Tekfen’in ilk gününden beri geçerli olan bir

anlayıştı. Ortaklar da çoğu zaman bu anla-

yışla hareket ediyorlardı. İşlerin paylaşımı

bakımından aralarında belki kaba sınırlar-

la ayrılmış bir işbölümü olduğu söylenebi-

lirse de, her ortak bir diğerinin eksikliğini

hissettirmeyecek şekilde her işin peşinden

koşuyordu. Bunun çalışanlar üzerinde ya-

rattığı pozitif etki, firmanın o güne kadar

az insan gücüyle büyük işlerin üstesinden

gelebilmesini sağlamıştı. Her ne kadar Ne-

cati Akçağlılar firmanın daha kurumsal bir

yapıya kavuşması bakımından çalışanlar

arasında daha kesin bir işbölümü yapılma-

sını arzu ediyorsa da, Erhan Öner’e göre

firmanın ulaştığı büyüklük henüz buna izin

vermiyordu:

Buraya gelip çalışmaya başladığım za-

man Necati Bey’in aklında, herkesin belli

işlerde uzmanlaşmaya gitmesi düşüncesi

vardı; biri boru hatlarıyla ilgilenirken

biri tank işleriyle, bir diğeri sanayi tesis-

leriyle ilgilenmeliydi. Bu düşünceyle bana

da, “Sen

pipeline

işlerine bakacaksın” de-

diler. O günlerde de böyle bir proje yok-

tu. Ben

pipeline

mecmuaları okuyordum;

Necati Bey “Bunlara bak, bana kısa notlar

hazırla” diyordu, o notları hazırlıyordum.

Devamlı iş alabiliyorsanız, bu sistemi

sürdürebilirsiniz, ama sürekli iş alamı-

yorsanız ne yapacaksınız? Elemanı boş

mu oturtacaksınız, mecburen başka işlere

kaydırıyorsunuz. Bu durum bir ay kadar

sürdü, sonra başka işler çıktı. Batman’da

bir tank inşaat işi söz konusu oldu. Pro-

jeye rahmetli Haldun Bey bakıyordu. Bir

dizayn yapılması gerekiyordu, benim de

elimde iş yoktu. “Sen bu tank dizaynını

yap” dediler. Dolayısıyla biz de tank di-

zaynına girdik, hangi iş varsa, her işi ya-

parak hepimiz bugüne geldik.

Az personelle iş yapmak, yoğun bir çalışma

ortamını da beraberinde getiriyordu. Özel-

likle ihaleler öncesinde teklif hazırlama

aşamasında, gece gündüz süren hummalı

bir çalışmaya giriliyordu. Şirketin ortakları

da ekibin bir parçası olarak tüm çalışma-

lara bizzat katılıyor, bir yandan liderlik

edip yol gösterici olurken, aynı zamanda

bitmek bilmez enerjileriyle çalışanları mo-

tive ediyorlardı. Bu dinamik atmosfer, hiç

şüphesiz şirketin kapasitesini en üst düze-

ye çıkarmakta önemli bir rol oynuyordu.

Ama belki de daha önemlisi, bu ortamın,

Tekfen kültürünün en belirgin özelliklerin-

den biri olan ve ekibin belirli bir amaç doğ-

rultusunda kenetlenmesini sağlayan sıcak

bir “aile havası” yaratmasıydı. Erhan Öner,

bu açıdan Tekfen çalışanlarını çok şanslı

sayıyor:

Onlar hem patron, hem ağabey, hem ar-

kadaş, hem dostturlar; dolayısıyla patron

korkusu, yahut patronun egemenliği gibi

bir şey hiç hissetmedik, hâlâ da hissetme-

yiz. Bazı yerlerde, mesela ceketi ilikleme-

den patronun huzuruna girilmez. Biz öyle

öğrendik ki ceketimiz sırtımızda yoksa

ceketsiz gireriz, kolumuz kıvrılmışsa ko-

lumuz kıvrılmış gireriz, o gün kravatımız

yoksa kravatsız gireriz; bunlar hiçbir za-

man tabu olmadı. Hep beraber çalışıldığı

için de bir arkadaşlık oluştu; ama bu bağ

her zaman için enteresan bir şekilde hem

çalışanlar tarafından korundu, hem ken-

dileri tarafından. Hiçbir zaman laubalilik

derecesine varmadı o arkadaşlıklar.

Zaman geçince insan idrak ediyor ki, pazar, pazarlama,

ticaret her zaman için tekniğin önüne geçiyor.