106
fabrikanın iki müşterisi olacaktı; birisi
Philips, öteki Tekfen. Ama anlaşmanın
müzakereleri üç sene sürdü. Biz tam bir
karar sahibi olmak istedik, onlar ise bu
inisiyatifi hiçbir yerde vermediklerini
söylediler. Sonra yatırıma karar verdik.
Ankara’ya gidip Başbakan Süleyman
Demirel’e, bir nezaket ziyareti ile böyle bir
yatırıma girdiğimizi bildirmeyi önerdiler.
Ankara’ya gittik, onların Hollanda’dan
gelen üç kişilik müdürleri de vardı.
Süleyman Bey’in yanına girip, yapaca-
ğımız yatırım konusunda kendisini bilgi-
lendirmek istediğimizi söyledik. “Buyu-
run” dedi. Hollandalılar işin ne olduğunu
anlattılar, hiçbir şey söylemeden dinledi,
sonra “Bitti mi?” diye sordu. “Şimdi bakın,
bu işi hiç bilmiyorum ama ona rağmen bir
şey söyleyeceğim. Hangi fırın kapasitesini
seçtiyseniz onun bir büyüğüne gidin. Ben
bunu tecrübemle, Türkiye’nin potansiyeli-
ni düşünerek söylüyorum. Bir büyük ka-
pasiteye gidin” dedi.
Dışarıya çıktık, Hollandalı dedi ki, “Bizim
dünya tecrübemiz var, dünyada yirmi
yedi ülkede bu işi yapıyoruz, benzer ülke-
lerde tecrübe sahibiyiz, bu fırın kapasitesi
çok yeterli, başka hiçbir şeye ihtiyacımız
yok.” Sonuçta Belçika’ya, Fransa’ya si-
parişler verildi. Bu, zannediyorum öyle
yirmi iki ayda falan bitecek bir iş değildi.
Aradan on dört ay geçti, kapasiteyi bü-
yütmeye karar verdik. Daha iş bitmemişti
ve tabii büyük sıkıntılar oldu, siparişleri
değiştirmek gerekti. Sonuçta bir ampul
fabrikası yaptık onlarla.
1970’li yıllar, Türkiye’deki tüm sanayi ku-
ruluşları gibi, Tekfen Endüstri ve Ticaret
A.Ş. için de güçlüklerle dolu geçti. Dünya
ekonomisinde meydana gelen dalgalanma-
lar ve petrol fiyatlarındaki artışlar bir yana,
II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan hızlı
büyüme sürecinin artık durma noktasına
gelmesi, Avrupa’daki pek çok ülkeyi yeni
koşullara ayak uydurmak için önlemler
almaya yönlendirmişti. Buna karşılık 70’li
mpul işinde bir fiyat kontrol
mekanizması vardı. Hükümet,
tam devletçi bir sistemle, “Sen
fiyatını bana sormadan yükselte-
mezsin” diyordu. Peki, soralım!
Bu kez diyordu ki, “Fiyatı neden
artırıyorsun?” Yanında evraklarını
götürüyorsun, açıklama yapıyor-
sun, “Hayır olmaz!” diyor. Fiyat
kontrol mekanizması büyüye bü-
yüye bir dev olmuştu. Büyük bir
bürokrasi vardı; ihraç ederken bir
yere soruyorsun, ithal ederken
bir yere soruyorsun. Soruyorsun
sormasına ama o ihtisası nasıl
bulabilirsin ki orada? Fiyatı anla-
yacak, bulacak, mümkün mü?
Mesele sonunda o hale gelmişti
ki, biz ne kadar fazla ampul ya-
parsak o kadar zarar ediyorduk.
Bunun üzerine üretimi asgariye
indirmiştik; aslında hiç yapmasak
daha kârlıydı, ama bir miktar
yapıyorduk, çünkü insanlarımız
ampul yokluğu yüzünden gidip
merdiven boşluğundaki ampulleri
söküyor, getirip kendi odasına
takıyordu. Böyle birçok kazanın
yaşandığı haberi bize ulaşıyordu.
Tam bir yokluk devri söz konusuy-
du. Onun için demiştik ki, asgari
miktarda yapalım hiç olmazsa.
Ampul yapıyoruz, Ankara’ya vi-
layet emrine gönderirken bir de
bakıyoruz ki televizyonda “Bir
kamyon ampul ele geçirildi” di-
ye bizim ampuller gösteriliyor!
Haberi tekzip ettirmek istiyoruz,
yapamıyoruz. Yani böyle her ta-
rafı bozuk bir düzen mevcuttu.
Bu fiyattan bize ampul yaptırdığı
zaman fabrika da zarar ediyordu,
devlet de; çünkü zarar edenden
vergi alamıyordu. Tüketici zarar
ediyordu, çünkü ampul bulamadığı
için gidip karaborsadan alıyordu.
Bu işte sadece karaborsacı kazanı-
yor, başka herkes zarar ediyordu.
A
Nihat Gökyiğit
Fiyat kontrol mekanizması büyüye büyüye bir dev olmuştu. Bu fiyattan
bize ampul yaptırdığı zaman fabrika da zarar ediyordu, devlet de.