28
yapımı sırasında maddi ve manevi yardım-
da bulunduğu Artvin Yüksek Tahsil Talebe
Yurdu’nun açılışına katıldığı 1993 yılına
kadar. Açılışta yaptığı konuşmada, “Söyle-
yeceğim, kurtulacağım” demiş; “Soracaksı-
nız, bunca yıl neden gelmedin? Ben bura-
dan özellikle doğanın zenginliği açısından
çok güzel hatıralarla ayrıldım. Bunları
bulamayacağım diye korkuyordum. Kork-
tuğum da başıma geldi. O bahçelerin hepsi
apartman olmuş.”
Artvin, bugün Gürcistan sınırları içinde
bulunan Batum’la tarihsel bağları çok sıkı
olan bir kent. 19. yüzyıl sonlarında ve 20.
yüzyıl başlarında bölgede yaşanan çalkan-
tılar nedeniyle kâh aynı, kâh farklı yöne-
timlere bağlanan iki kent, nihayet 1921 yı-
lında Batum’un Gürcistan’a bırakılmasıyla
ayrı düşmüş. Ancak yaşantısı, kültürü, tö-
resi aynı olan iki kent arasındaki ilişki hiç-
bir zaman tam anlamıyla kesilmemiş. Ni-
hat Gökyiğit, çocukluğunda defalarca gidip
geldiği Batum’un sirkleriyle, parklarıyla,
opera binalarıyla ve botanik bahçeleriyle
İstanbul gibi bir kültür kenti olduğunu,
Batumlu zenginlerin yaz aylarını geçirmek
için Artvin’e geldiklerini ve Artvin’deki ev-
lerden piyano sesleri yükseldiğini anımsı-
yor.
Ancak Nihat Gökyiğit’in anılarındaki Art-
vin, sadece doğanın güzelliğiyle ya da kent
yaşamının zenginliğiyle sınırlı değil. Onun
hafızasında iz bırakmış kimi olaylar var ki,
bunlar aynı zamanda yöre insanının karak-
terini ve cumhuriyet kuşağının inancını da
ortaya koyuyor:
1936 Montrö Antlaşması’nın imza günü.
Ben o zaman on bir yaşındayım. Babam
beni aldı, o akşam çok önemli bir şey ol-
duğunu, postaneye gideceğimizi söyledi.
Gittik, hava karanlık, postanenin önün-
de büyük bir kalabalık toplanmış, heye-
canla bekliyor: Montrö Antlaşması im-
zalandı mı, imzalanmadı mı? Lozan’da
Boğazlar’ın hâkimiyetini tam alama-
mışız, Atatürk zaman kollamış, şimdi
Boğazlar’ın tam hükümranlığı için savaş
veriyoruz. Halk toplanmış, başka türlü
haberleşme imkânı yok, ne telefon, ne baş-
ka bir şey; memur çıkıyor, hangi haberin
geldiğini söylüyor. Gecenin bir yarısında
haber geliyor, antlaşma olmuş diye. Bir
fener alayı hazırlamışlar. Türkiye’nin üc-
ra bir kasabasında milli duygular nasıl
ayakta! Her türlü fakirlik, zaruret orada,
fakat duygulara bakın.
Nihat Gökyiğit, ilkokulu ve ortaokulu
Artvin’de bitirdiğinde, okumayı sürdürmek
için önündeki tek seçenek güzel çocukluk
anılarını geride bırakarak Artvin’den ayrıl-
maktı, çünkü o dönemde Artvin’de iki ilko-
kul ile bir ortaokul dışında bir okul yoktu.
Lise tahsili için en yakın seçenek ya Kars ya
da Trabzon’du:
Ortaokulu bitirdiğim zaman liseye gitmek
için imtihanlarımız vardı. Ankara’dan ge-
lirdi imtihan kâğıtları, üst köşeleri katlı,
isim yazılırdı, katlanırdı. O imtihanı da
geçtik ve artık liseye gideceğiz, ama lise
yok Artvin’de. Rahmetli babam, beni ya-
bancı dil öğrenebilmem için İstanbul’a,
Robert Kolej’e göndermeye karar verdi.
Hatırlıyorum, diyordu ki, “Dil bilgisi ol-
ması lazım, geniş bir görüş olması lazım.”
Bir kasabada, ilkokulu bile tam bitirme
şansı bulamamış bir esnafın vizyonuna ve
kendisinin fırsat bulamadığı okuma has-
retini oğlunda gerçekleştirme arzu, gay-
ret ve fedakârlığına dikkatinizi çekmek
isterim.
Aslında Robert Kolej, aileye yabancı bir
okul değildi. Babası Ahmet Hamdi Bey,
daha önce küçük kardeşini, yani Nihat
Gökyiğit’in amcası Necati Gökyiğit’i de
Robert Kolej’e göndermişti. Necati Bey
okulda önceleri biraz bocaladıysa da, son-
radan parlak bir öğrenci haline gelmiş ve
Sümerbank bursuyla İngiltere’ye makine
mühendisliği okumaya gitmişti. Harp yıl-
larında geri döndüğünde, o zamanlar yeni
çalışmaya başlayan Karabük Demir Çelik
Fabrikası’nda ilk kez demiryolu rayı üreti-
mini gerçekleştirmiş, bu hizmetinden ötü-
rü takdir toplamıştı.
Parlak bir kariyer sergileyen amcadan
sonra şimdi sıra Nihat Gökyiğit’e gelmişti.
İstanbul’a gönderilmek üzere hazırlıkları
yapılan Nihat Gökyiğit, Hopa’dan bir ge-
miye bindirilerek yolcu edildi. Bu, onun
ailesinden ilk ayrı kalışıydı. Ancak ayrılık
fazla uzun sürmeyecek, annesi, babası ve