

29
g
KENAN ŞEKERYAPAN (Şantiye Şefi)
Tekfen’le ilk tanışma
Şirketin kıdemlilerinden bir diğeri de 1985 Mart’ından beri
Tekfen’de çalışan Kenan Şekeryapan. Şekeryapan’ın Tekfen’le
tanışması, ilginç bir tesadüfe dayanıyor:
1983 yılında, Toroslar’da bir içme suyu firmasının boru hat-
tını döşüyorum. Şekerpınar’ın girişinden itibaren ölçümler ya-
pıyorum. Bir gün ben arazideyken üç dört tane Land Cruiser cip
geldi. Türkiye’de olmayan türden cipler. Arkalarında 5-6 metre
telsiz antenleri var. İndiler, “Ne yapıyorsun sen burada?” dedi-
ler. “Boru hattı yapıyorum,” dedim. Güldüler. İçimden, “Bunlar
kim ki acaba?” diyorum. Beni aldılar, Toros Oteli’ne götürdüler.
Ben de orada kalıyordum zaten. Otelin rüzgârdan “T”si ve “O”su
uçmuş, “ROS” kalmış. Oturduk, konuştuk. “Önce biz yapalım,
sonra sen yaparsın,” dediler. “Ben boru hattı yapıyorum. Siz ne
yapıyorsunuz?” dedim. “Sen şimdi boru hattını unut, sonra gelip
yap,” dediler. Meğerse onlar da Ceyhan-Kırıkkale Boru Hattı’nı
yapıyorlarmış. İlk gelen daha menfaatliymiş, çünkü ikinci ge-
len, ilkinin altından geçmek zorunda kalacak. “Buna mı takılı-
yorsunuz? Ben güzergâhı değiştiririm,” dedim. Bana bir yemek
yedirdiler o akşam. O zaman öğrendim, firmanın Tekfen oldu-
ğunu.
Bu metro başka metro
Arabistan’dan geldik, İstanbul’daki metro inşaatı için teklif
hazırlayıp işi aldık. Mecidiyeköy shaft’ını yapmak için mezarlı-
ğın köşesinde üçgen bir yer vardı, orada işe başladık. Bir de tabe-
la koyduk, “Metro İnşaatı” yazılı. Devamlı insanlar gelip gidiyor-
lar, soru soruyorlar: “Buyur amca?” “Evladım, perakende satacak
mısınız?” “Hı hı” diyorum, ama ne dediğini de anlamıyorum. Za-
ten Arabistan’dan yeni gelmişim. Sabahtan akşama kadar her
gelen soruyor. Teyzenin biri geldi gene, “Perakende satacak mısı-
nız evladım?” dedi. “Valla ben sizi hiç anlamıyorum, ama satarız
herhalde,” dedim.
Sonra Murat (Gigin) Bey’e söyledim bunu. “Murat Bey, her
gün yüzlerce kişi vuruyor panoya, “Perakende satacak mısınız?”
diye soruyor.” “Yahu Kenan, Metro diye toptan satış yapan bir
market var. Bizi onunla karıştırdılar o zaman,” dedi. Ben de bu-
nun üzerine gittim, tabelayı söktüm.
Vücut diliyle iletişim
Kenan Şekeryapan’a göre Fas’ta projenin karşılaştığı en
önemli problem, boru hattının geçtiği yerlerde yaşayan halkın
talepleri nedeniyle işin yavaşlaması. Dil sorunu da işi olumsuz
etkileyebiliyor:
Burada işin bazı zorlukları var. Ana hattın olduğu yerde yerel
yaşam çok az. Ama “feeder-line”ların geçtiği yerde çok sayıda ev
var. Orada yaşayanlar iş istiyor, bazen geçmemize engel oluyor.
Mesela, kocası gözünden ameliyat olmuş bir teyze vardı; “Evla-
dım toz yapmayın, kocam ameliyatlı,” diye kamyonların geçme-
sine izin vermedi. 75-80 yaşlarında bir teyze, OCP’nin kamyonla-
rını kaç kere geri çevirdi, kamyonlar geçemedi. Toprak çok kötü
burada. Bir iki araba geçince muazzam toz oluyor. Yerel halkla
konuşmak, anlaşmak da zor. Artık vücut diliyle bir şekilde an-
laşıyoruz.
g
DEHŞAN BAŞBUĞ (GENEL FORMEN)
48 yıllık Tekfenli
Fas’a Abu Dabi’den gelen Dehşan Başbuğ, Khouribga’daki
terminal istasyonlarındaki tank çiftliğiyle ilgileniyor. 1964 yılın-
dan beri Tekfen bünyesinde sayısız projenin gerçekleştirilmesin-
de rol alan Dehşan Bey, Fas’ın lisan olarak anlaşması zor, fakat
çalışma koşulları olarak çok iyi bir yer olduğunu söylüyor.
Patronlar: “Fazla çalışıp kendinizi yıpratmayın”
Zannediyorum 1968 senesiydi. İşlerin arasında bir boşluk
vardı. O zaman formenleri merkeze çağırdılar. Hepimiz geldik
şantiyelerden. Gültekin Demircioğlu, Hamit Yağer, Cemal Kilim-
ci, Turgut Akman, ben... Ampul fabrikasının ana yola bakan üst
katındaki büyük salonda toplandık. Üç patronumuz var. Hemen
onların yanında Günay Bey ve Necdet Bozdoğan duruyor. Pat-
ronlar sandalyelerde oturuyorlar; bizi koltuklara oturttular. Ora-
da bize şirketin gidişatını, neler yapılması gerektiğini anlattılar.
Genelde konuşmayı yapan Feyyaz (Berker) Bey’di. Öğlen oldu.
Konuşmalar devam ediyor. Bizler de kendi çalışmalarımızı an-
latıyoruz. Bir ara herkes yaşını söyledi. Sıra bana geldi, 26 de-
dim. Rahmetli Necati Bey, “Tevekkeli bu yanaklar onun için
kırmızı,” dedi. Böyle bir espri yaptı. Sonra hep beraber yemeğe
gittik, yemekten sonra tekrar oturduk. Bize dediler ki “Siz fazla
çalışıyorsunuz. Hem kendiniz yıpranıyorsunuz, hem de mesai
veriyorsunuz. Biz size ilave bir ücret vereceğiz. O sizin alacağı-
nız. Ama pazar günü çalışmamaya dikkat edin. Herkesin din-
lenmeye vakti olsun.” “Peki” dedik. Ama yine de çalışmaktan
kendimizi alamadık.
İşçiyle ilgilenmek gerekir
Benim günümün 12 saati işçilerle geçer. Mesai saatleri dı-
şında da muhakkak işçilerle beraber olmaya çalışırım. Bu bize
rahmetli Günay Bey’den gelme bir alışkanlıktır. 1967-68 senele-
rinde, Diyarbakır’da bir tank çiftliği ve boru hattı yaptık. Orada,
belirli bir kısım çadırlarda, Pirinçlik’te kalıyordu ki şehre epey
uzaktı. Ben de genelde geceleri orada kalırdım. Günay Bey, tek
tek çadırları ziyaret eder, oturup sohbet ederdi. Çünkü gündüz
muhakkak kızmıştır, birilerine söylenmiştir. Ama akşamüs-
tü gelir, sohbet ederek hem gönül alır, hem bir şeyler anlatır,
beraber vakit geçirirdi. O yüzden ben de işçilerle çay içmeye,
sohbet etmeye, vakit geçirmeye özen gösteririm. Biz üç kişi bir
araya gelsek muhakkak işe dalarız. Döner dolaşır konu işe gelir.