73
Petrol Kanunu’nun kabul edilmesinden
sonraki 10 yıllık dönem, Türkiye’deki
petrol arama faaliyetleri bakımından bü-
yük bir sıçramaya sahne olmuştu. Ülke
çapında yapılan jeolojik ve jeofizik etüt-
lerin sayısında rekor seviyede bir artış
gerçekleşmiş, sondaj faaliyetleri artmış
ve sonuç olarak birçok yeni petrol sahası
keşfedilmişti. Hayli aktif olan TPAO’nun
yanı sıra, yabancı şirketler de petrol arama
faaliyetine katılmışlardı. Yabancıların ilk
keşfi 1958’de California Asiatic şirketi ta-
rafından Kâhta’da gerçekleştirilmişti. Bu-
nu, Mobil’in 1960’ta Bulgurdağı ve 1964’te
Şelmo sahalarında, Shell’in ise 1961 yılında
Kayaköy sahasında yapacağı keşifler izle-
yecekti. Böylece hızla artan üretim 1955 yı-
lında 178 bin tondan 1960’ta 375 bin tona,
1965’te ise 1,5 milyon tona yükselecekti.
13
Üretimdeki bu artış, aynı zamanda rafine-
ri, depolama tesisi, boru hattı ve terminal
gibi yatırımları da beraberinde getirecekti.
Örneğin 1948 yılında Batman’da kurulan
günlük 200 ton kapasiteli minik rafineri-
nin kapasitesi 1955 yılında 330.000 tona
çıkarılacak, 1961’de İpraş kurulacak, bunu
1962’de Ataş, 1972’de Aliağa ve 1987’de
Orta Anadolu rafinerileri izleyecekti. Aynı
zamanda petrol kuyularını depolama tesis-
lerine bağlayan küçük çaptaki boru hatları,
gelecekte yerini sadece tesisler arasında
değil, aynı zamanda ülkeler arasında pet-
rol taşımacılığı yapacak dev boru hatlarına
bırakacaktı.
Bu noktada, 1956 yılında ortaya çıkan ve
Ortadoğu’daki petrol üreticilerinin uzun
dönemli stratejilerini tümüyle değiştirecek
olan Süveyş Krizi’nden de söz etmenin ya-
rarlı olacağı kanısındayız.
1950’li yıllara kadar petrol üreticisi ülke-
lerle II. Dünya Savaşı sonrasında petrol
tüketimi hızla artan Avrupa arasındaki
petrol taşımacılığı esas olarak gemilerle
ve Süveyş Kanalı üzerinden yapılıyordu.
Büyük stratejik öneme sahip olan kanalın
denetimi ise, Batılı devletlerin kontrolün-
deki Kanal Şirketi’ndeydi. Mısır’da 1952
yılında iktidara gelen Cemal Abdülnasır,
1956 yılında Süveyş Kanalı’nı millileştirdi-
ğini açıkladı. Bu karar, Süveyş Kanalı üze-
rindeki denetimlerini kaybetmek isteme-
yen İngiltere ve Fransa tarafından tepkiyle
karşılandı. Bu iki ülke, İsrail’le anlaşarak
kanalın denetimini ele geçirmek için gizli
bir plan yaptılar. Buna göre İsrail Mısır’a
saldıracak, İngiliz ve Fransız birlikleri de
bu savaşı engellemek bahanesiyle Süveyş
Kanalı’nın denetimini ele geçirecekti.
Plan başarıyla uygulandı ve İsrail birlik-
leri 29 Ekim 1956’da Sina Yarımadası’nı
işgale başladılar. Bunun üzerine İngiliz ve
Fransız birlikleri hava indirmesi yaparak
kanala hâkim oldular. Ancak bu hareket
Sovyetler Birliği ve ABD tarafından hoş
karşılanmadı ve birlikler yıl sonuna kadar
geri çekilip işgal ettikleri toprakları bo-
şaltmak zorunda kaldılar. Bu krizin, diğer
siyasi ve askeri etkileri dışında, en önemli
sonuçlarından biri de, petrol üreten körfez
ülkelerinin ve bu ülkelerde üretim yapan
büyük petrol şirketlerinin, Doğu ile Batı
arasındaki petrol köprüsünü sağlamlaş-
tırmak için Süveyş Kanalı dışında yeni
alternatifler araştırmaya başlamalarıydı.
İşte bu noktada akla hemen, petrolü, zaten
doğal bir köprü olan Türkiye üzerinden
akıtma fikri geliyordu.
Kısaca, petrol tesisleri ve petrol boru hat-
ları yepyeni bir sektör olarak Türkiye’nin
karşısındaydı ve 1960’lı yıllardan başla-
yarak bu alan, petrol tesisleri konusunda
uzmanlaşmış yerli ve yabancı inşaat şir-
ketleri için çok bakir bir pazar oluşturacak-
tı. Tekfen ise bu rüzgârı yakalayan ender
Türk şirketlerinden biri olacak, bu konuda
Türkiye’de yetişmiş az sayıdaki insandan
biri olan Necati Akçağlılar’ın 1959 yılın-
da Türkiye Hava Meydanları ve Akarya-
kıt Tesisleri Daire Başkanlığı’ndan ayrılıp
Tekfen’e katılması ise, bu rüzgârın gücünü
bir kat daha artıracaktı.