Previous Page  35 / 52 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 35 / 52 Next Page
Page Background

35

rında keşfedilen antik kentte çıkan eserlerin

çoğu günümüzde Türkiye, Almanya ve

Rusya’da sergileniyor. Antik kent, 1996 yılın-

dan beri Milli Park statüsünde, 1998 yılından

beri ise Dünya Miras Listesi’nde.

Troyalılar, Sardis kökenli Herakleid haneda-

nının yerine geçerek Anadolu’yu 505 yıl bo-

yunca, Lidya krallığı Candaules (MÖ 735-

718) dönemine dek yönettiler. Troya, Athena

Tapınağı ile özdeşleşmiş bir kent. Öyle ki Pers

egemenliği sırasında İmparator I. Serhas’ın

çıktığı Yunanistan seferinde Çanakkale

Boğazı’nı geçmeden önce Truva’ya gelerek bu

tapınağa kurban sunduğu, aynı şekilde Büyük

İskender’in de Perslere karşı giriştiği mücade-

le sırasında zırhını Athena Tapınağı’na bağış-

ladığı tarihsel kaynaklarda belirtiliyor.

Antik şehirde gerçekleştirilen kazılar sonu-

cunda, aynı yerde –ama farklı dönemlerde–

yedi kez kent kurulduğu ve bu dönemlere ait

33 (!) katman olduğu saptanmış. Şehrin üç

bin yıllık tarihi, MÖ 3000’lerden MS 1. yüzyıl

Roma dönemine kadar uzanıyor. Üç milen-

yum boyunca burada yaşayan insanlar, artan

nüfus ve değişen ihtiyaçları doğrultusunda

binaların işlevlerini değiştirmiş, yıkılanların

taşlarını kullanmış, böylece şehir şekilden

şekle sokulmuş. Yani öyle zannedildiği gibi es-

kiler de önceki yapıları korumamış, bugünkü

insanlarda fazla kusur bulmamak lazım!

Truva Savaşı’nın da geçtiği Troya Dönemi,

MÖ 1300 ila MÖ 1190 arasında, yüzyıldan

uzun bir süreye yayılıyor. Büyük yazar

Homer’in İlyada’yı ise savaştan yaklaşık 500

yıl sonra, yeri bizzat ziyaret ederek, MÖ 8.

yüzyılda kaleme aldığı tahmin ediliyor. Oriji-

nal dilinde 15.693 satırdan oluşan bu epik

şiir on yıl süren savaşın son birkaç haftasını

konu alıyor ve esas olarak Truva Kralı Aga-

memnon ile Myrmidon Kralı’nın oğlu yenil-

mez savaşçı Aşil arasındaki çarpışmayı anlatı-

yorsa da, geçmiş ve gelecek yıllara yaptığı

atıflarla neredeyse Truva Savaşı’nın bütünü-

ne ışık tutuyor.

Kalıntılar arasında, taş bir rampanın yanın-

dan geçerken, oradan hızlıca geçen atlı araba-

ları hayal edebildim. Ama şekil-boyut konu-

sunda zayıf olduğum için, şehrin tümünü,

kalan taşlardan ve eskizlerden canlandırama-

dım doğrusu. Brad Pitt’in başrol oynadığı

Hollywood yapımı Troy filmini izlerken, dev

bir trapezoid prizmayı andıran şehir duvarla-

rını kızıl görünce yadırgamıştım; illa göz ka-

maştıran beyaz renkte olması gerekiyormuş

gibi düşünmüştüm. Fakat duvarlardan kalanı

yerinde görünce, gerçekten de kil renginde ol-

duklarına ikna oldum. Ama zaten antik Yu-

nan mermer heykellerin hepsi de beyaz değil

mi? Halbuki onlar da esmer insanlarmış! Ha-

yal gücü böyle bir şey.

Öğlen güneşinin kavurucu sıcağında, geçen

sene Roma’da 5 Euro’ya aldığım Japon şemsi-

yesi sayesinde hem güneş çarpmasından kur-

tuldum, hem de Japon turistlerden büyük

takdir topladım. Kültür gezimiz böylece Tru-

va ile sona erdi. Bektaş köyüne varınca, ken-

dimizi köyün aşağısındaki sahile attık. Bu sa-

hili, Çanakkale Boğazı’na giden son düzlük

diye tarif edebilirim. Suyu buz gibi, biraz da

çalkantılı, ama gezi sonrası ilaç gibi geldi.

Böylece 4 günlük kısa tatilimiz, dinlenmiş

olarak, kazasız belasız, 1,5 kilo fazlayla ve gü-

zel anılarla sona erdi. Bu yazıyı yazmak da iyi

geldi, bir kez daha tatile çıkmış gibi oldum.

Darısı başınıza. İyi tatiller!

g