Previous Page  34 / 52 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 34 / 52 Next Page
Page Background

34

GEZİ

Dönüş yolunda açık olan bir plaj bulabildik ve

mevsimin ilk deniz banyosunu yaptık. Deniz

yosunluydu, o nedenle iskeleden giriliyordu,

ama ilerisi tertemiz ve buz gibiydi. Akşamü-

zeri Assos’a, yani Behramkale’ye çıktık. Be-

nim Maximum kartım, eşimin de Müze Kartı

sayesinde, örenyerine para ödemeden girdik.

MANZARALI TAPINAK

MÖ 900’lerde kurulan kentin en tepesinde,

sütunları halen ayakta duran sade, Dorik tarz-

daki Athena Tapınağı yükseliyor. Bilgelik, ce-

saret, ilham, medeniyet, adalet, güç, sanat ve

yenetek gibi birçok şeyin tanrıçası olan Athe-

na, yine de Yunan mitolojisinde en çok “kah-

ramanların kurnaz yoldaşı” olarak bilinmek-

te. Ertesi gün ziyaret edeceğimiz Truva’nın

hikâyesinde de Paris’in yanında yer alacak

olan Athena’nın rolü bir hayli büyük. Doğruyu

söylemek gerekirse, Assos’un tek özelliği bü-

yüleyici manzarası. Tüm Kuzey Ege, dantel

gibi kıyılarıyla ayaklarınızın altında. Deniz ile

gökyüzünün mavide birleştiği bir sonsuzluk.

Yoksa yokuş boyunca teyzelerin çirkin pazar

tezgâhlarında sattığı birbirine benzer şile bezi

elbiseler, basmakalıp yazmalı saç bantları ve

Güney Asya’dan ithal deniz kabuğu çanlar

manzarayı kötü şekilde bozuyor ne yazık ki.

Teyzelerle sohbet güzel. Konuştukça, tezgâhın

altından türlü şifalı kuru otlar çıkıyor. İstan-

bullu olarak, strese en iyi gelen kurutulmuş

kantaron çiçeğinden iki demet aldık.

Sahile inince, hayal kırıklığına uğrama sırası

eşimde. Yaklaşık yirmi beş yıl önce kalmış ol-

duğu limanı tanıyamadı, “Benim Assosumdan

eser kalmamış!” diyerek yüzü düştü. İlk kez

gezen biri olarak da pek heyecan verici değil.

Yaratıcılıktan uzak, “doldur boşalt” zihniyetiy-

le işletilen lokantalar zincirinden ibaret, men-

direğin arkasında bir koy. Koyun en cazip nok-

tası, ucunda kurulan iskele. Fakat buradan da

sadece otel müşterileri denize girebiliyormuş.

Pazar sabahı, iki tabak söğüş salata, taze pey-

nirler, ev yapımı reçeller, bal, yumurta ve

Ayvacık’tan gelen köy ekmeğiyle enerji depo-

ladıktan ve yine Midilli’ye karşı kahvemizi iç-

tikten sonra, Truva yolunu tutuyoruz. 10-11

yaşındayken gitmiştim, hiç ama hiç hatırlamı-

yorum. Truva, nihayet Batılı standartlarda,

tertipli, donanımlı ve temiz bir örenyeri. Çok

sayıda ve her keseye göre hediyelik eşya ile

tüm dillerde rehber kitaplar sunan müze

dükkânı, sütunbaşları arasında konumlanmış

kafeteryası; bolca poz verilen Truva atı maketi

ve audio-guide (gezdikçe tarihçenin her dilde

anlatıldığı ahize sitemi), “istenince yapılabile-

ceğinin” ve kadim kentin hakkının verildiği-

nin göstergesi. Ne de olsa dünya tarihinde en

önemli savaş ve efsanelerden birine tanıklık

etmiş, insanoğlunun en büyük eserlerinden

İlyada’ya ilham olmuş bir krallık Truva.

1870’lerde, Alman amatör arkeolog Heinrich

Schliemann tarafından Tevfikiye köyü civa-

Kantaron

K

antaron, her yörede buluna-

bilen ve üzerinde sarı çiçekler

açan şifalı bir bitki. Halk arasın-

da binbirdelik otu olarak da biliniyor.

Yapılan araştırmalara göre kantaron

çiçeğinin hiçbir zararlı etkisi yok.

Doğal olarak yetişen bu sarı mucize

depresyonun bir numaralı ilacı. İçe-

riğinde bulunan hiperisin maddesi,

beyin sinirlerini yumuşatarak kişiye

rahatlık veriyor.