Previous Page  37 / 52 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 37 / 52 Next Page
Page Background

37

Y

aklaşık 85 bin kilometrekarelik bir alana sahip olan Ege Böl-

gesi, yüzölçümü itibariyle Türkiye topraklarının yaklaşık

yüzde 11’ini kaplıyor. Doğu-batı doğrultusunda uzunluğu

450 km’yi geçen, kuzey-güney yönünde ise genişliği 400

km’yi bulan bölge, yüzey şekilleri itibariyle Kıyı Ege (Ege Bölümü) ve İç

Ege (İçbatı Anadolu) olarak ikiye ayrılıyor.

Kıyı Ege’nin egemen yüzey şeklini, doğu-batı yönünde denize dik uza-

nan dağlar ile dağlar arasındaki çöküntü ovaları oluşturur. Dağlar kıyı-

ya dik uzandığı için kıyı girintili çıkıntılı bir yapıdadır. Bu durum,

Ege’yi Türkiye’nin en uzun kıyı şeridine sahip bölgesi yapar. Dağların

arasında verimli alüvyon ovaları (Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve

Büyük Menderes Ovaları) bulunur. Bunlar aynı adı taşıyan ve bol alüv-

yon taşıyan akarsular tarafından oluşturulmuştur. Akarsuların dökül-

dükleri yerlerde de delta ovaları yer alır. İçbatı Anadolu bölümü ise

Gediz, Sakarya ve Büyük Menderes Nehirleri tarafından parçalanmış

geniş bir plato görünümündedir.

Ege Bölgesi’nin denize yakın kesimlerinde genellikle yazları sıcak ve

kurak, kışları ise ılık ve yağışlı olan Akdeniz iklimi görülür. İçbatı

Anadolu’da ise denizden uzaklaştıkça karasal iklime geçilir. Kıyı

Ege’nin alçak kesimlerindeki makilikler, İçbatı Anadolu’da yerini step

görünüşlü alanlara bırakır. Daha yüksek kesimlerde yer alan ormanlar

meşe, kızılçam ve karaçam ağaçlarından oluşur. Bütün kıyı boyunca

zeytinlikler yer alır. Bölgede sınırlı miktarda fıstıkçamı, sakızağacı ve

günlük ağaçlarına da rastlanır.

Tarih boyunca bir tarımmerkezi

Günümüzde Ege Bölgesi’nde yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu, iklim

ve toprak koşullarının elverişliliği sayesinde geçimini tarımdan sağlar.

Ege, tarih boyunca yoğun tarım yapılan bir yer olmuş. Adı uygarlık ta-

rihiyle birlikte anılan zeytin, bu anlamda bölgenin en eski tarım ürün-

lerinden biri. Dünyanın ikinci en eski zeytin işliği Ege’de, İzmir’in çok

yakınındaki Urla İskelesi’nde bulundu. Kuzeyden güneye Ege boyunca

sıralanan antik limanlar, birçok ticaret malının yanı sıra bölgede üreti-

len zeytinyağını tarih boyunca Batı’ya taşıdılar. Bu limanlar arasında

en önemlisi, Ege Bölgesi’nin kalbi, büyük ozan Homeros’un “gök kub-

benin altındaki en güzel şehir” olarak betimlediği İzmir’di.

İzmir’in bir ticaret ve liman kenti olarak geçmişi antik çağlara kadar

uzanmakla birlikte, asıl gelişimi 17. yüzyılda, Batı Avrupa’nın Osman-

lı coğrafyasına doğru yayılmasıyla ivme kazandı. Hinterlandında ve-

rimli tarım arazileri olan İzmir’in dünya sistemine eklemlenmesiyle

kent, Anadolu’nun zengin tarım ürünlerinin en önemli ihraç kapısı

haline geldi.

Bu sürecin dönüm noktalarından biri, Anadolu’da inşa edilen ilk demir-

yolu olan 130 km’lik İzmir-Aydın hattının 1866 yılında tamamlanarak

hizmete girmesiydi. İngilizler tarafından yapılan bu hatla eşzamanlı

olarak Fransızların inşa ettiği 94 km uzunluğundaki İzmir-Kasaba

(Turgutlu) hattı da 1865 yılında faaliyete geçti. Her iki demiryolunun

amacı, daha önce Ege’nin iç bölgelerinden develerle taşınan incir ve

üzüm gibi tarımsal ürünlerin daha hızlı ve daha bol miktarda İzmir’e

ulaştırılması ve buradan gemilerle Avrupa’ya gönderilmesiydi.

D

ünyada hiçbir bölge, Ege kadar zeytinle

özdeşleşmemiştir. Zeytin’in Ege’deki tarihi, mitoloji

ile başlar. İnanışa göre Atina şehri kurulurken Deniz

Tanrısı Poseidon ile akıl, bilim ve sanat tanrıçası Athena,

kente kendi adlarının verilmesini isterler. İkisi arasında

bu sebepten anlaşmazlık çıkınca Zeus devreye girer ve

hangisi insanlığa daha yararlı bir iş yaparsa, şehre onun

adının verileceğini duyurur. Yarışmada bütün tanrılar

hazır bulunur. Önce Poseidon, elindeki üç dişli mızrağı

deniz kenarındaki bir kayaya hızla vurur. Denizden dört

muhteşem at çıkar. Poseidon, “Bu atlarla dünyanın her

yerine gider, ordular kurar, fetihler yaparsınız,” der. Sonra

sıra Athena’ya gelir. O ise elindeki mızrağı yavaşça yere do-

kundurur ve oradan üstü meyvelerle dolu, gümüş yapraklı

güzel bir zeytin ağacı yükselir. Bu, barışın sembolüdür.

Ağaç büyüyüp yüzyıllarca yaşayacak, gölgesiyle insanları

kucaklayacak, odunuyla ısıtacak, verdiği yağla yaralarını

iyileştirecek ve geceleyin evleri aydınlatacaktır. Tanrılar,

savaş meydanlarında harp arabalarını çekecek olan atların

hiçbir zaman bir zeytin ağacı kadar faydalı olamayacağına

karar verirler. Böylece şehre Athena’nın ismi verilir.

Her ne kadar bu efsane Ege’nin karşı kıyısını işaret etse de,

birçok kaynakta zeytinin ana yurdununAnadoluolduğuöne

sürülür. Zeytin, dünyadaki en eski tarım ürünlerinden biri-

dir. İÖ 3500’lerde Ege’de zeytin yetiştiriciliği yapılıyordu.

Destanlarını zeytin ağacına ilişkin zengin tasvirlerle süs-

leyen Homeros, zeytinyağına “sıvı altın” yakıştırması yapar.

Antik Yunan’ın yedi bilgesinden biri olan Solon’un yazdığı

kanunlar, zeytin ağacı kesenleri ağır cezalara çarptırır. Tıp

biliminin kurucusu Hipokrat, yıkanamayanlara, hiç olmazsa

zeytinyağıyla vücutlarını ovmalarını önerir. Romalı atletler,

kaslarını parlatıp yumuşatmak için zeytinyağı kullanırlar.

Zeytinyağıyla yanan kandiller evleri aydınlatır. Olimpiyat

kahramanları, zeytin dalından taçlarla onurlandırılır. Antik

Yunan’da günlük beslenmenin en değerli parçası zeytin ve

zeytinyağıdır.

Tüm mitolojilerde ölümsüzlüğün simgesi sayılan bu kut-

sal ağaç, insanlık tarihi boyunca hep güzel değerlerle

özdeşleştirilmiş, barışın, kutsallığın, yaşamın, sağlığın

ve bolluğun simgesi olarak görülmüştür. Zeytinyağı, tüm

kutsal kitaplarda anılır. Eski Ahit’e göre tufan durulduktan

sonra Nuh Peygamber, gemisinin penceresinden beyaz

bir güvercin salar. Güvercin döndüğünde, gagasında bir

zeytin dalı vardır. Hz. Davud, kendisini bir zeytin ağacına

benzetir. Kudüs’ün doğusundaki Zeytinlik Dağı, Musevilik

ve Hıristiyanlık için kutsal bir mekândır. Kuranı Kerim’de

ise zeytinin adı, incir, üzüm ve hurma gibi bitkilerle birlikte,

insanlığa verilen bir armağan olarak anılır.

Ege’nin

hazinesi: Zeytin