Tarım'ın Filizlendiği Yer: Ceyhan Üretim Tesisi Çalışanlarıyla Sohbet

Toros Tarım'ın ilk fabrikası olan Ceyhan Üretim Tesisi çalışanlarıyla dünden bugüne nelerin değiştiğini, Toros'un hangi zorluklardan geçerek bugünlere geldiğini ve Toros'ta çalışmanın ne demek olduğunu konuştuk.

Önce biraz kuruluş yıllarına gidelim. Ceyhan tesisi nasıl hayata geçirildi?

Mehmet İçöz: Ben 17 Aralık 1980’de geldiğimde fabrikanın montajı son aşamasındaydı. Karar verilmiş, fabrika kurulmuş, montaj tamamlanmıştı. Sonra devreye alındı. İlk üretim 15 Ocak 1981’de başladı; resmi açılışı ise 28 Mayıs 1981’de yapıldı. Ceyhan’dan önce gübre alanındaki ilk girişimler Ege Gübre ile başlamış, ancak orada ortakla bazı anlaşmazlıklar çıktığı için Ceyhan’da yeni bir tesis yapılmasına karar verilmiş. 1974’te şirket kurulmuş ve 1975’te inşaat başlamış. Ben 1980’de geldiğim zaman ekipmanlar tek tek çalıştırılıyor, çıkan arızalar gideriliyordu. O dönemde tabii zaman mefhumu yok. 24 saat çalışılıyor, haftasonu tatili yok. Sürekli sorunlar çıkıyordu. Tüm tesislerde böyledir zaten. Sistem oturana kadar mutlaka birkaç ay geçer. O dönem epeyce zorlandık. Ama sorunlar giderildikten sonra ilk yıl 160 bin, daha sonra tam kapasiteyle 330 bin ton civarında üretim yaptık. Aynı kapasitedeki ikinci tesis ise 1985 sonunda kuruldu.

O günlerde bu çevrede başka tesis var mıydı?

Mehmet İçöz: Bizden ve BOTAŞ’tan başka kimse yoktu burada. Deniz kenarında göçebeler çadır kurar, hayvancılıkla uğraşırlardı. Ücra bir yer, mahrumiyet bölgesi. 1980 sonrası ekonomi de sıkıntıda. Benzin, mazot bulunmaz. Sigara, şeker, yağ, ampul karneyle. Askeri yönetim gelmiş, kurallar katı. Bir yerden bir yere zor gidersiniz. O zaman buralarda doğru dürüst yol yok, telefon yok. Sadece 62 nolu şantiyede telsiz vardı. Üretime geçtik, her gün üretim raporu isteniyor. Telsizle İstanbul aranıyor, üretim, sevkıyat vs. hakkında bilgi veriliyordu.

Nezih Atasev: O zamanlar ekmek kuyruklarında bekliyorduk. Un, yağ, elektrik yoktu. Sanayide basit bir kaynak bile yaptıramıyordunuz, çünkü elektrik olmuyordu. Bu yüzden arızalı makineler onarılamıyordu. Yani Türkiye’nin gerçeği çok farklıydı.

Atilla Başbağ: Ben ‘79 girişliyim. Önce Tekfen İnşaat’ta başladım. Sonra buraya gönderildim. 14 ay kadar montaj işlerinde çalıştım. Daha sonra bana ve üç arkadaşıma, “Sizi sanat okulu mezunu olduğunuz için sizi kazancı olarak yetiştireceğiz” dediler. Bir de bizim fabrikanın su ihtiyacını karşılayan Yanık Değirmen mevkiinde iki tane kuyumuz var. Pompa, fabrikanın ihtiyacına göre çalıştırılıyor, depolar dolunca da durduruluyor. Ben bir araçla gidiyordum, motoru çalıştırıyordum. Diyelim dört beş saat sonra bakıyorum ki tankımız taşmış. Tekrar gidip motoru kapatmam lazım, ama araba bulamıyorum. Uzak, 8 kilometre. Kamyonla veya ne bulursak onunla gidiyoruz. Hatta bir gün araç bulamadık, iş makinesiyle gitmemi söylediler. Sonunda da, “Sana bir bisiklet alalım” dediler. Yolda çobanlar var, köpekler var... Olacak iş değil. Ama bu iş çok önemli, fabrikanın durmaması için pompaların muhakkak çalışması lazım. Artık ne bulursak ona binip gidip çalıştırıyorduk.

Mehmet İçöz: Şimdi bu iş telefon hattıyla oluyor. Telefon sinyaliyle çalıştırılıyor,  durduruluyor.

Atilla Başbağ: Bir de sık sık enerji kesintisi oluyordu, kuyu pompasında. Sanayi elektriği değildi oradaki, sulama kanallarından geliyordu. O da bulutlu, yağmurlu havalarda sık sık kesiliyordu. Biz pompamızın üzerine bir ilaveyle bir kasnak sistemi yaptırmıştık. Elektrik kesilince bir traktör temin ediyorduk yakın köylerden. Traktör geliyor, kayışı bağlıyor, kasnak yardımıyla kuyudan su çekip bizim ihtiyacımızı karşılıyordu. Böyle belki sistem tam randımanlı çalışmıyordu, ama fabrika da durmuyordu. Çok sıkıntılı zamanlardı.

Peki nasıl gelip gidiyordunuz fabrikaya?

Raşit İlhami İnceer: Biz buraya geldiğimiz zaman hanım ikinci oğlana hamileydi. Sancıları tuttu, fabrikayı aradık, dedik ki, “Bize bir araba bulun, doğum yapacak.” Yarım saat sonra kapı çalındı, açtım, “Arabayı getirdik” dediler, “Nerede?” “Karşıda duruyor.” Eskiden BMC bir kamyon vardı, onu getirmişler. Ama onunla gitmedik tabii, bir arkadaşın arabasını aldık gittik. O günlerde Ceyhan’ın ötesinden buraya ulaşmak çok zordu. Bir buçuk saatte zor geliyorduk bazen Ceyhan’dan buraya. Vardiyalı çalışıyorduk. Gece yağmur yağınca köprüler kapanırdı selden, orada öyle beklerdik. Lojman da yoktu 86’ya kadar. Mecburen Ceyhan’da oturuyorduk. Yollar çok bozuk olduğundan bazen otobüslerin camları kırılırdı yolda.

Mehmet İçöz: En büyük sıkıntılardan biri de eleman bulmaktı. Burası çiftçi kökenli bir yer olduğu için eğitimli eleman bulunamıyordu. Gelen de çalışma şartlarının zorluğuna fazla dayanamıyordu.

Selahattin Deveci: Başlangıç döneminde buralarda kimse dönüp bakmazdı işe. Bizden öncekiler köylere giderlermiş “Fabrika kuruldu, gelin çalışın” diye, kimseyi bulamazlarmış. Bir tek toprağı olmayan, durumu çok bozuk olan gelirdi. Onlar da biraz çalışır, sonra ayrılırlardı.

Sedat Çelebi: Herkes çiftçi kökenli olduğundan bu bölgedeki bütün sanayi kuruluşları benzer sıkıntılar yaşadılar. Örneğin 70’li yıllarda bu bölgeye Türkiye’nin en büyük demir-çelik fabrikası kuruldu. Ama insanlar orada çalışmayı utanç saydıklarından gidip müracaat etmediler. Ve mecburen Karabük’ten, doğudan işçi getirildi.

Ertem Arslantay: BOTAŞ gelmeden önce bu bölgede sanayi sıfırdı. Herkes kendi yiyeceğini, kuru fasulyesinden soğanına dek kendi tarlasından temin ederdi. Karnı doyuyor, yiyeceğini, içeceğini alıyor. Ama fabrikanın da elemana ihtiyacı var. Ne yapmanız gerekir? Kendiniz yetiştireceksiniz. Toros’un kuruluşunda tüm elemanlar böyle yetişti. Gidip bir koyun çobanı bulundu, adama operatörlük öğretildi, ehliyet verildi. Bu nedenle Toros’un ilk kadrosunun çoğu ilkokul mezunudur. Ama şu an bu kadro yenileniyor. Emekli olanların yerini bırakın lise mezununu, iki yıllık yüksekokul mezunları, hatta bazı birimlerde üniversite mezunları alıyor.

Şu anda kaç kişi çalışıyor fabrikada?

Mehmet İçöz: Şu anda 251 personelimiz var. İdari kadro buna dahil. Ayrıca müteahhitten hizmet aldığımız bölümler var. Gübrenin en çok satıldığı dönem ekim, kasım, aralık aylarıdır. O dönemde torbalamadaki müteahhit elemanların sayısı artar. Bir de güvenlikte, bahçede, temizlik işlerinde çalışan müteahhit elemanları var. Ama onların sayısı standarttır. Toros ile müteahhit kadrosu toplam 500-600 kişi arasında değişir.

Benim dikkatimi çeken konulardan biri, genel olarak Tekfen’in tüm şirketlerinde çalışma sürelerinin çok uzun olması. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Ertem Arslantay: Bugün Toros’a giren bir daha Toros’u bırakmaz. Konumu itibariyle Çukurova’nın, GAP’ın, Amik Ovası’nın ana gübre tedarikini sağlayan bir fabrika; Türkiye’nin en büyük dökme yük kapasitesine sahip bir liman. Ayrıca tanınmış bir firma. Toros’ta çalışan insanlar maaşlarını zamanında alacaklarını bilir. Haklarının kaybolmayacağını bilir. O ilk zamanlardan sonra insanlar Toros’a girmek için can atmaya başladılar. Bunların yanında çok ahenkli bir çalışma ortamı var. Bir uyum var burada. Kolektif bir çalışma ortamı var. Ekip çalışması var. Zaten çoğu idareci buradaki tesislerde kalıyor. Bizde zaman mefhumu yoktur, gece, gündüz, hafta sonu... İşçiler arasında da çok güzel bir uyum var. İşçilerin çoğu zaten bu bölgenin insanı.

Selahattin Deveci: Toros’un belli kuralları vardır, değişmeyen. Örneğin Toros’la iş yapan hiçbir şirket ödeme ne zaman diye sormaz. Belli bir ödeme günü vardır. O günü hiç geçmemiştir. İşçi maaşlarında veya sosyal haklarda da öyle. Sendika tarafını ilgilendirdiği için söylüyorum, Toros her zaman toplu iş sözleşmesine tamamen sadık kalmıştır. Geçmişte maaş dağıtımı için sözleşmede 10’u yazardı. Ben 21 yıldır buradayım. O kadar zaman içinde maaş iki kez bile 10’una kalmadı. Paramız hep ayın 7-8’inde verildi. Şimdi 5’i yazıyor. Eğer 5’i pazara gelirse 3’ünde, cuma günü alırız. Böyle bir düzeni, sistemi vardır Toros’un.

Mehmet İçöz: O kadar kriz yaşadık, bir günden bir güne bizim ne maaşların, ne avansların ödeme günü aksamıştır. Tüm arkadaşlar hangi ücreti alıyorsa sigorta primleri de o şekilde yatar. Tabii tüm bunlar çalışanlar olarak bizlerin lehine.

Raşit İnceer: Toros kendi itibarını çalışanlarına da yüklemiş, aşılamıştır. Mesela esnafla tüketici ilişkilerinde böyle bir durum söz konusudur. Toros’ta çalışıyorum dediğinizde ödemenin geleceğini bilir esnaf. Toros ödemeyi aksatmıyor ki, çalışanı aksatsın. Güzel bir ayrıcalık. Toros’ta çalışmak bir ayrıcalık olmuştur artık.

Mehmet Toprak: Burada uzun süre çalışmanın nedenlerinden biri de eşlerimiz, çocuklarımız. Buradaki yaşam koşulları çok iyi. Her zaman sıcak suyu var, yazın havuzu var, denizi var. Çocuklar burayı bir tatil yeri olarak görüyor. Biraz da onların etkisi oluyor. Toros’a girip de evlenip, çoluk çocuk sahibi olan insan bir daha ayrılamıyor buradan.

Buradaki çocuklar çok şanslı.

Ertem Arslantay: Geçmişe baktığımızda burada yetişip de Türkiye şartlarında iyi bir üniversite bitirmeyen öğrenci yoktur. Hemen hemen hepsi üniversiteyi bitirmiştir. Buradaki öğrenciler genellikle eğlencesini yapıyor, yaz geldi mi denizine giriyor vs. Ama dersini de iyi çalışıyor. Kafalarını meşgul edecek şeyler yok. Ben gidip bir yerlerde gezip dolaşayım demiyor. Havuzuna, denizine giriyor, basketini oynuyor, tenisini oynuyor ama dinlenince gelip dersini çalışıyor. Burada okumayan hiçbir öğrenci yok.

Biraz fabrikanın işleyişinden bahsedelim. Büyük bir fabrika. Hiç durmadan çalışması lazım. Üstelik üretim dışında terminal tesisleri var. Nasıl yürüyor işler?

Ertem Arslantay: Terminalden başlayalım isterseniz. Ben terminal müdürüyüm. Terminal müdürlüğüne bağlı iskele ünitesi, sıvı terminal ünitesi, katı terminal ünitesi var. Terminal ünitesinin ana işi, Toros’un deniz yoluyla gelen hammaddelerinin boşaltılmasını ve Toros’un ürettiği malların yine deniz yoluyla yüklemesini yapmak. Bunun yanı sıra üçüncü şahıslara da hizmet veriyoruz. Aynı anda 8 geminin yanaşabildiği, Türkiye’nin en büyük dökme-boşaltma limanına sahibiz. Bir transit terminal olarak işlev görüyoruz. Bu kapsamda işimiz iki üç kategoriye ayrılıyor. Bir tanesi sıvı. Petrol ürünleri geliyor. Şu anda hizmet verdiğimiz üç yabancı firma var. 235 bin metreküplük tanklarımızın tamamı kirada şu an. Bunun yanı sıra katı yüklerimiz var. Ağırlıkla da kömür. 750 dönümlük büyük bir kömür depolama sahamız var. Yurtdışından yılda 2,5-3 milyon ton kömür boşaltılıyor, buradan iç piyasaya ve enerji sektörüne gidiyor. Yine katı hareket olarak bizim işimizin önemli bir parçası da tahıl. Gelen tahılı depolayacak bir silomuz var. Torbalamayı da burada yapıyoruz. Ayrıca bitişiğimizdeki TAYSEB’e (Toros-Yumurtalık Serbest Bölgesi) de hizmet veriyoruz. Nisan başı gibi devreye girecek olan iki tane yeni vincimizin montajı bitmek üzere. Bunlar devreye girdiğinde 15 bin tonluk günlük dökme kapasitemiz 40 bin tona çıkacak. Bu demektir ki Körfez’de hemen hemen tek hâkim liman biz olacağız. Yeni vinçlerin yapılışındaki birinci neden son yıllarda limanda sıkışmaların yaşanmaya başlaması. Geminin beklemesi demek para kaybı demek. Yeni vinçler, bekleme süresini minimuma indirecek. Ayrıca biliyorsunuz buranın enerji bölgesi olması söz konusu. Çeşitli termik santral projeleri var. Biz ileri dönük olarak kömüre dayalı termik santrallere boşaltma hizmeti vermeyi de planlıyoruz. Yine enerjiyle ilgili olarak eski iskelenin büyütülmesine yönelik bir projemiz var.

Biraz önce torbalama hizmetinden bahsettiniz. Bu ünite nasıl çalışıyor?

Raşit İnceer: Fabrikamızda üç adet sabit, dört adet de seyyar torbalama ünitesi var. Bu, toplamda 16 tane sabit hat, 8 tane de seyyar hat demek. Her bir hattın kapasitesi 60 ton/saat. Torbalama olarak bizim yaptığımız, öncelikle üretim ünitelerinden gelen gübreleri depodan alıp günlük siparişe göre torbalayıp sevk etmek. Torbalı ürün stoku bulundurmuyoruz. Yerimiz varsa gübre stokunu sadece dökme olarak bulunduruyoruz ve ihtiyaca göre anında torbalayıp gönderiyoruz. 24 saat çalışıyoruz. Gübre dışında terminal yoluyla gelen tahıl, kömür gibi dökme yükler için de torbalama hizmeti veriyoruz.

Mehmet İçöz: Genellikle 12 ay gübre üretir, 2-3 ayda satarız. Onun için mutlaka stoklu çalışmamız gerekiyor. Buradaki depoların dışında Toros Tarım olarak  7 bölgede kendi depolarımız var. Ayrıca bayilerimizin kendi depoları var. Onlara da emanet olarak gübre gönderiliyor. Sezon geldiği zaman tüm depolardan gübre çiftçiye ulaştırılıyor. Tüm üretim tesisleri arasında en büyük kapasite Ceyhan’ın. Bizim kapasitemiz 660 bin ton, Samsun 600 bin ton, Mersin ise 594 bin ton.

Toros’un ilk kurulduğunda pazar payı %4 civarındaymış. Bugün ise pazar lideri sanırım.

Mehmet İçöz: Toros’un pazar payı şimdi %35. Zaten ilk kurulduğu yıllarda, 1986’ya kadar, kanun gereği ürettiğinizi Zirai Donatım Kurumu’na satmak zorundaydınız. Ama 1986’da bu değişti. Firmalar kendileri serbest satış yapabilir hale geldi. Türkiye genelinde Toros’un şu anda 750-800 civarında bayisi var. Bayi aracılığıyla çiftçiye direkt satış yapılıyor. Toros bugün sektörde bir numara. İkinciyle aramızda yaklaşık %10 fark var.

Ertem Arslantay: 1986’daki liberalleşmeden sonra Toros hızlı bir atılım yaptı. Kendi üretmediğimiz gübreler yurtdışından gemilerle getirilerek iç piyasaya sevk edildi. Yanlış hatırlamıyorsam Toros o yıllarda toplam 1,5 milyon ton gibi, ulaşılamayacak düzeyde bir ürün sattı. Üretim arttı, yurtdışından büyük miktarda mal ithal edildi. Aynı yıllarda süratle depolaşmaya başladık. Toros o dönemde hızlı bir ivme kazandı. Toros olarak çiftçiye, talebine göre her türlü gübreyi verebilme hedefimiz var. O yüzden Mersin’deki CAN (Kalsiyum Amoniyum Nitrat) tesisi alındı. Sonra Samsun alındı. Karadeniz’e tedarikin zor olması nedeniyle, o bölgeye ulaşım için Samsun önemli bir nokta.

Mehmet İçöz: Ceyhan’ın ürettiği “taban gübresi”. Bitkiyi ekmeden önce toprağa attığınız gübre. Samsun’unki de aynı. Mersin’de üretilen ise “üst gübresi”, yani bitki belli bir seviyeye geldikten sonra atılıyor. Biliyorsunuz ekim ayında ekim dönemi başlar, sıcak bölgelerde aralığa kadar sürer. O dönemde 3 ay malımızı satarız. Mersin’in ürettiği gübre ise şubat-mart döneminde, ekin toprağın üstüne çıktıktan sonra kullanılır. CAN ve kompoze gübrelerin dışındaki gübreleri ise yurtdışından ithal ediyoruz.

Ceyhan’ın sanırım Toros Tarım’da özel bir yeri var. İlk nüve burası olduğu için herhalde.

Mehmet İçöz: O dönemde Tekfen, İnşaat Grubu’ndan kazandığı tüm parayı buraya yatırmış. Sıfırı tüketmiş neredeyse. Esin (Mete) Hanım, Ceyhan için “Burası benim ilk göz ağrımdır, çocuğum gibidir” der. Burası aynı zamanda şirketin okulu gibidir. Buradan çıkan deneyimli arkadaşlar daha sonra Mersin’de kompoze üretimini başlattılar. Samsun’a gidip orada 1,5-2 yıl çalıştılar. Samsun’un yenilenmesinde çok büyük katkıları var. Tüm bunlar, Ceyhan’da edinmiş oldukları tecrübe sayesinde oldu. İlave olarak, bizim buradaki bilgi birikimimiz sayesinde İspanyol Espindesa firmasıyla yaptığımız bir anlaşma var. Espindesa teknoloji geliştiren, gübre prosesleriyle ilgili çalışan bir firma. Kurduğu tesislerin devreye alınmasını biz yapıyoruz. Bu şekilde Çin’de iki fabrikayı ve Tayland’da bir fabrikayı bizler ve arkadaşlarımız devreye aldık. Onlar müşteri buluyorlar, kendi proseslerini ve dizaynlarını satıyorlar. Oranın devreye alınmasını da biz sağlıyoruz ve teknik destek veriyoruz.

Bu çok güzel. Peki çiftçi Toros’u nasıl görüyor?

Ertem Arslantay: Bilinçli, toprağa ne ekeceğini bilen çiftçi her zaman Toros’un gübresini arar. Çünkü Toros’un kalitesi Türkiye’de en üsttedir ve bu herkes tarafından kabul edilir. Bizde kaliteden hiçbir zaman taviz verilmez.

Selahattin Deveci: Bizim tutulmamızın nedenlerinden birisi de Tekfen’den gelen “laboratuvar” geleneği. Laboratuvar hep ön planda tutulmuştur. Gerek ithal edilen, gerekse üretilen ürünlerin tamamı sıkı bir laboratuvar kontrolünden geçer. Ayrıca çiftçilere destek amaçlı bir toprak analiz sistemi uygulanır. Sonra ithalatçıların getirmedikleri, piyasada bulunmayan gübreler bizde üretilir. Zaten kural olarak kimsenin yapamadığını yapmak başarıdır.

Mehmet Toprak: Üretim ünitelerinin kuruluşundan beri 35-40 çeşit üretim yapıldı. Şu anda çinkolu gübre, mısır gübresi, pamuk gübresi, şeker gübresi, çay gübresi gibi ürünler de dahil olmak üzere yaklaşık 15 çeşit üretim yapıyoruz. İhtiyaca göre özel gübreler üretiyoruz.

Raşit İnceer: Biz Toros olarak sattığımız gübrenin peşinden sonuna kadar gideriz, çünkü o gübreden sorumluyuz. Çiftçinin en ufak bir şikâyetinde hemen yerinde görüp kalitesini inceleriz. Torba yapısından dikişine kadar, çiftçi neden şikâyet ediyor, onu takip ederiz. İthalatçı firmalar bunu yapamazlar.

Mehmet İçöz: Bizden kaynaklanan bir hata varsa da gönderdiğimiz gübreyi değiştiriyoruz. Geri alıp, yerine yenisini veriyoruz.

Ertem Arslantay: Çiftçinin büyük bir kesiminin Toros’u tercih etmesinin nedeni budur. Toros gübreyi satıyor, ama sattıktan sonra işim bitti demiyor. Çiftçi ekene kadar, hatta ektikten sonra bile takip ediyor, ekibiyle gidip yerinde görüyor. 2006 idi sanırım, İtalya’ya Mersin’den CAN gübresi göndermiştik. Ufak bir problem yaşandı. O zaman Esin Hanım’a, “Bizim sorunumuz yok, biz malı burada FOB sattık, malı yükledikten sonra paramızı aldık” dedim. Ama Esin Hanım, “Burada Toros’un adı var. Sonuna kadar o mal Toros olarak temiz teslim edilecek ve sorunsuz verilecek” dedi. İşte Toros’taki mantık bu. Belki piyasaya göre 75 kuruş pahalı, ama en azından toprağa ne attığını biliyor çiftçi.

Ertem Arslantay: Tarımın doğru yapılması çok önemli. Toros buna ilişkin birçok çalışma sürdürüyor. Prof. Habil Çolakoğlu bizim adımıza Türkiye’yi karış karış geziyor. Mesela geçen hafta Ceyhan’daydı. Ziraat Odası’nın organizasyonu ile bölfgedeki muhtarları toplayıp gübre kullanımıyla ilgili eğitim verdi. Muhtar gidecek, kendi köylüsüne gösterecek. Toros ayrıca çiftçiye de eğitim veriyor. Bölgelerde satış temsilcisi arkadaşlarımız var. Bunlar ziraat mühendisi. Gübre konusunda bayileri eğiten, tarlaları gezen, hangi gübrenin atılması gerektiğini anlatan arkadaşlarımız. Deneme tarlaları var. Toros’un bir görevi de bu zaten. Sadece gübreyi satmak değil, çiftçiyi bilinçlendirerek çiftçinin doğru ve zamanında gübre kullanmasını sağlamak.

Gübrenin üretiminde kullanılan malzemelerin çoğu hem tehlikeli, hem de çevreyi kirletebilecek maddeler. Buna karşı ne gibi önlemler alıyorsunuz?

Mehmet Toprak: Çevre, sağlık ve güvenlik konularında ayrı ayrı risk analizlerimiz var. Üretim sürecinde katı emniyet talimatları var. Bunlar işçiler tarafından da bilinir ve uygulanır. Bacalarımızın emisyon izni var, toz yıkama sistemimiz var. Kanuni sınırlar içinde kirliliğe yol açmıyoruz. Sıvı atığımız yok. Sıvı atıkları toplayıp tekrar sisteme geri gönderiyoruz. Katı atıklar da eleklerde toplanıyor, elek analizlerine göre hepsi sisteme geri veriliyor.

Aytaç Batıbay: Bizim çalışma alanımız hep teknik emniyet. “İş güvenliği” de deniliyor; hatta yangın konusunu da barındırdığı için “teknik emniyet ve yangın ünitesi” diye de geçiyor. Bunlar hep birbiriyle irtibatlı. Dolayısıyla biz sağlık ve revir işleriyle de ilgileniyoruz, güvenlikle de, çevreyle de. Bunların hepsini bir araya getirdiğiniz zaman ortaya üçlü bir birim çıkıyor. Yapılan bütün işler mühendislerin veya şeflerin gözetimi altında yapılıyor. Özellikle daha çok tehlike arz eden terminal ünitesi, iskeleler, amonyak ünitesi gibi yerlerde bu gerekli. Burada 6 imza olmadan, yani 6 göz bakmadan bir iş başlayamaz.

Siz birim olarak kime bağlı çalışıyorsunuz?

Aytaç Batıbay: Bu işi ciddiye alan bütün fabrikalarda, SEÇ (Sağlık Emniyet Çevre) birimleri genel müdür yardımcısına veya ünitenin en yüksek görevlisine bağlı olarak çalışır. Burada da o şekilde. Aslında biz bağımsız bir gözüz burada. Sadece “Sağlık ve Güvenlik”te 14 kişilik bir Toros kadrosu var. Çevre biriminden arkadaşları ve korumayı da dahil edersek, bu sayı neredeyse 70-80 kişiye ulaşıyor. Bunların tek amacı buradaki işlerin emniyet içinde ve çevreye zarar vermeden yapılması. Aslına bakarsanız, bizim proseslerimizin sanıldığı kadar çevreye zararı yok.

Tekfen İnşaat’ın elde ettiği kazasızlık başarılarına benzer başarılar burada da geçerli mi?

Aytaç Batıbay: Pek çok firmada SEÇ ünitesine verilen önem, “Görme” demekle eşdeğerdir. Bizde o yoktur; bizde “Gör”, hatta “Niye görmedin?” düşüncesi hâkimdir. Ceyhan’da entegre yönetim sistemini oluşturan belgelerin üçü de vardır. Biri, OHSAS dediğimiz işçi sağlığı ve güvenliği; diğeri 14001 Çevre Belgesi; üçüncüsü de 9001 Kalite Belgesi. Gübre üreten başka firmaların birkaçını incelemiştim, bizim gibi üç belgenin üçü birden kimsede yoktu. Her üç belgeye de sahip olabilmek için faaliyetlerin sistematik olması lazım; herkesin destek vermesi lazım. Ancak öyle olursa bu işler yürür. Burada benim en çok beğendiğim konu, bu işin dostane ve kolektif bir şekilde yürütülmesi.

Ertem Arslantay: Teknik emniyet, Toros’ta şantiye zamanlarından beri mevcut olan bir kavramdır. Tekfen’den gelen bir kültür. Teknik emniyet şefi baştan beri doğrudan genel müdür yardımcısına bağlıdır. Bizde kapıdan giren kişi teknik eğitimini alır, öyle girer.

Fabrikadaki başlıca riskler nelerdir?

Aykut Batıbay: Biz her şeyden mesulüz, fabrikanın önündeki yol bile bir yerde bizim mesuliyetimizde. Bir şey olsa “Toros’un orada oldu” derler. Diğer taraftan en önemli hammaddelerimizden amonyak fazlasıyla hassasiyet gerektiren bir malzeme. Yangın her yerde risktir, ama bizim burada tank çiftliğimiz olması sebebiyle en çok önem atfettiğimiz konulardan biridir. Olabilecek her türlü senaryo ve onların tatbikiyle burada epey vaktimizi harcıyoruz. Önceden saptanmış risklerin her birine nasıl müdahale edileceği belirlenmiş durumda. Bununla birlikte denizde olanlar da bizi ilgilendiriyor. Denizde bir gemi yangını, bir petrol dökülmesi riskini göz önünde bulunduruyoruz. Yağmur, fırtına, sel, bunlarla ilgileniyoruz. Terminalimiz uluslararası nitelikte olduğundan Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün regülasyonlarına tabi. Örneğin liman 40 farklı kamerayla sürekli gözetleniyor.

Tabii bunlar hep yatırım ve maliyet demek.

Mehmet İçöz: Piyasada bizim en büyük sorunumuz, böyle hiçbir yükümlülüğü olmayan ithalatçıların yol açtığı haksız rekabet. Üretim tesisi yok, stok maliyeti yok, hiç kimseyle ilgisi yok, eski tabirle “bir masa bir kasa.” Yurtdışından gemiyi bağla, getir burada malı torbala, malını piyasaya sür. Ayrıca bir de Toros markasıyla piyasaya sahte mal sürenler var. İçini döküntüyle doldurup ucuz mal diye çiftçiye satıyorlar. Bulduğumuz numuneleri bazen burada analiz ediyoruz, 20-20-0 olması gereken gübre 1-1-0, hatta 0-0-0 çıkıyor. Sırf toprak, besin maddesi yok içinde.

Selahattin Deveci: Genelde sıkıntıyı bilinçsiz ve küçük çiftçiler yaşıyor. Bilinçli olan çiftçiler malı bayiden almayı tercih ediyor. “Toros markadır” deyip, markanın peşine düşüyor. Oysa bilinçsiz çiftçide markaya bakma gibi bir bilinç yok. Komşusu ne almış, ona bakıyor.

Mehmet İçöz: Hatta bazı çiftçilerimiz o kadar bilinçsiz ki, gübreyi rengine göre alıyor. Örneğin DAP (Diamoniyum Fosfat) gübresi daha önce Amerika’dan gelmiş, rengi siyah. Aynı gübrenin beyaz olanı var, gri olanı var, siyah olanı var. Yıllar önce ondan verim elde etmiş adam, geliyor “İlle siyah olacak” diyor, siyah olmazsa almıyor. Besin maddesi aynı. Bitki bunun rengine bakmıyor ki! Biz sonradan bunun rengini bir şekilde siyaha çevirmeye çalışıyoruz ki adamında gönlü olsun.

Ertem Arslantay: Çiftçide bir saplantı oldu mu, bunu değiştirmek kolay değil. Çiftçiler satış yapılacak en zor insanlar. Komşudan duyduğuna inanır, ürüne bakar inanır. Komşusu derse ki ona, “Bu siyah DAP’tan ben çok iyi ürün elde ettim”, olay biter. Onu bir daha zor değiştirirsiniz.

Raşit İnceer: Geçen hafta Adana’ya gittim, bir çiftçinin şikâyeti üzerine. Çiftçi “20 senedir sizin gübreyi kullanıyorum” dedi. Ben de, “Toprak analizini nerede yaptırıyorsun, ne gübresi atıyorsun?” diye sordum. Senelerdir 3-15 atıyormuş. “Biz toprak analizini ücretsiz yapıyoruz” dedim, “Yok ya, nerede yapılıyor?” dedi, haberi yok. Torbayı gösterdim, arkasındaki yazıyı okudum, “Allah Allah! İlk defa gördüm” dedi.

Buradaki yoğun çalışma temposuna aileleriniz ne diyor?

Nezir Atasev: Ben şirkete bakım mühendisi olarak girdim. Yıllarca çok yoğun çalıştık. Bu tesisin kritikleri var. Bu, kimya sektörü. Deniz atmosferinden, aşındırıcı maddelerden etkileniyor. Üstelik de 24 saat kesintisiz çalışan bir sistem, iskelesinden üretime kadar. Sistemi 24 saat ayakta tutacak şekilde bakım yapmak zorundayız. Bizim “olmaz” diye bir kavramımız yoktur. O nedenle bazen sabah çıkarsınız, belki ertesi sabaha kadar eve dönemezsiniz. Evinizi unutmak zorundasınız. 2005 yılında, beş yıldır kullanılmayan Samsun fabrikasını satın aldık. Tesisi ayağa kaldırmak için iki aylık bir görevle görevlendirildim, iki senem orada geçti. Oradayken eşimle, çocuklarımla görüşemediğimden onlar geldiler Samsun’a. Sadece bir pazar günü yarım gün izin aldık işten, sonra onları yolcu ettik. Çocuğum Adana’da ameliyat olacakmış, benim gelemediğim bir dönem, yavrum kalkmış annesine demiş ki, “Anne, ameliyata gireceğimi babama haber verme, üzülür gelemeyeceği için.” Ben ameliyat olduğunu sonradan öğrendim. Ailemiz de ister istemez bazı fedakârlıkları bizimle paylaşıyor. Ama tabii burada çalışmanın getirdiği bir mutluluk da var. Mesela Samsun tesisini devreye almanın mutluluğu çok farklıydı. Buradaki insanlar kardeş gibi oluyor. Her şeyi birlikte yapıyorsunuz. Bu çok farklı bir duygu.

Hacer Gül: Benim de iki tane çocuğum var, her gün Adana’ya gidip geliyorum. Yol çok zamanımı alıyor. Buna karşı çok verimli olmaya çalışıyorum, çocuklarla olsun, işimde olsun. Zaten ben işe geldiğim zaman evi tamamen unutuyorum, işle bütünleşiyorum. Bunu böyle yapmak zorundayım. Burada çok disiplinli çalışıyoruz. Burası apayrı bir kültür.

Bu amaç birliği ilişkileri nasıl etkiliyor?

Mehmet İçöz: Burada ekip çalışması yapmak şart. Bunu yapmazsanız bu tesis ayakta duramaz, üretim yapamazsınız. Herkes birbirine bağlı çünkü. Stokta malzeme yoksa bakım yapılamaz, buhar kazanı çalışmazsa üretim durur, sevkıyat durur, her şey zincirleme bağlı birbirine.

Ertem Arslantay: Buradaki arkadaşlarımız sadece kendi işlerini değil, bağlı bulunduğu diğer işleri de takip eder. Kendi işinin başında bulunur, ama diğerleriyle birlikte çalışır, ekip ruhuyla. Toros bu şekilde bugüne geldi. Tek bir üretim ünitesinden, bugün üç tane fabrikası olan bir kuruluş oldu. Pazar payı %4’lerden %35’lere ulaştı. Gelişmelere ayak uyduran, önerileri dikkate alan bir yönetim var. Yeter ki fizibiliteniz sağlam olsun, yere sağlam bassın. Tekfen de, Toros da hep sağlam basmıştır yere.

Nezir Atasev: Yetiştirdiğimiz elemanların bazıları 18-20 yıldır bizimle birlikte. Çekirdekten yetiştiler. Sabancı Grubu’ndan Adana’daki Agripark alındığı zaman bakım için gitmiştik. Orada birkaç arkadaşla çalıştım, ama onlarda bu özellikleri görmedim. Samsun ilk alındığında oradakilerle de çalıştım, devlette de yok öyle bir şey. Biz çok farklı bir dokudayız gerçekten. Bu da Tekfen’den Toros’a aktarılan bir kültür.

İlginç anekdotlar var mı paylaşabileceğiniz?

Mehmet İçöz: Başımdan geçen bir olayı anlatayım. Gübre deyince bazen farklı şeyler anlaşılabiliyor. 1998’de Çin’de bir fabrikayı devreye aldık. Oradan Paris aktarmalı İstanbul’a uçuyoruz. Tesadüfen yanıma bir bayan oturdu. Konya’da öğretmenmiş. Kız meslek liseleri arasında yemek üzerine Fransa’da bir yarışma varmış, oraya gitmiş. “Siz nerede çalışıyorsunuz?” diye sordu. “Toros Gübre’de, Ceyhan’da” dedim. “Ne yapıyorsunuz, Türkiye genelinde tonaj nedir?” diye sordu. “Üretim tesisimiz iki tane, biri şu kadar bin ton, diğeri bu kadar bin ton. Türkiye’de 700 bayimiz var, her yere gübre sevkıyatı yapıyoruz” dedim. Durdu, “Bu kadar ineği nereden buluyorsunuz, nasıl besliyorsunuz?” dedi. Düşünün ki bir öğretmen bile konuya ne kadar uzak. Eğitimsiz çiftçi ne yapsın!