Toros Bayileri ile Söyleşiler-1

Diyarbakır Ergani bayisi Hamit Turgut ile Şanlıurfa Birecik bayisi Fevzi Yaşar, tarım sektörüyle ilgili bölgelerindeki sorunlar ve çalışmaları hakkında sorularımızı yanıtladılar.

Hoş geldiniz, öncelikle sizleri tanıyabilir miyiz?

Hamit Turgut: Ben Toros’un GAP bölgesinde, Diyarbakır Ergani bayisiyim. 1988 yılından bu yana bu görevdeyim. Ben aslen köy çocuğuyum, ama hayatım şehirde geçti. Eğitimciyim ben. Son görevim ortaokul müdürlüğüydü, Ergani’de, oradan emekli oldum. Emekli olduktan sonra bir müddet başka bir firmanın gübre satışlarını yaptım, ama hoşuma gitmedi ticaretleri. Memurluktan gelen bir insanım, prensiplerime uymayınca “Yapmam” dedim. O sırada Toros’ta bayilerle genel müdür yardımcısı Aslan Bey ilgileniyordu. Bana geldi, “Mutlaka bu bayiliği alacaksın” dedi, Toros için. Yani, onlar beni buldular. Ben de “Peki” dedim. Şartları vardı, teminat mektubu benzeri şeyler. Eğitimciliğin getirmiş olduğu disiplinle 1988’de göreve başladım. Bu konuyla ilgili kazadaki bütün sıkıntıları giderdim ve Toros’u orada tanıttım.

Fevzi Yaşar: Ben de GAP bölgesi, Şanlıurfa Birecik bayisiyim. Çiftçiyim. Ticaret Odası’nda yönetim kurulu üyesiyim. Fıstıkçılık Kooperatifi’nin Denetim Meclisi başkanıyım. Maliyede denetim üyesiyim. Fıstık İhracatçıları Birliği’nde de delegeyim.

Sizin epey bir göreviniz var…

Fevzi Yaşar: Biz istiyoruz ki yapılabilecek iş olsun, biz yaşadığımız tecrübeleri bizden sonrakilere aktaralım. Biz de zaten başkasından almışız. Bilgi verildikçe çoğalır. Rahmetli Turgut Özal, “Çağımız bilgi çağıdır” derdi. Bir bilgiyi topluma verdiğimiz zaman toplumun verimi artar. Eğer bizde bir bilgi varsa –kendimiz bunu zaten kullanıyoruz– diğer insanları da bu bilgiden yararlandırmak mecburiyetindeyiz.

Siz ne zaman başladınız Toros’la çalışmaya?

Fevzi Yaşar: Ben 22 sene evvel Zirai Donatım bayisiydim. O sırada Zirai Donatım daha iyi tanınıyordu, çünkü Birecik’te şube şefliği vardı. Burada her dönemde herhalde 10 bin tonun üzerinde gübre stoku bulunuyordu. Biz oradan günlük olarak, istediğimiz zaman gübre alıp satabiliyorduk. Ben bir gün içinde aynı parayı üç sefer kullandığımı hatırlıyorum. 200 ton gübre aldım, o 200 tonu bitirdim, öğle zamanı bir daha para yatırdım, akşamüstü bir daha. Yani 200 tonluk parayla bir günde 600 tonluk çalıştım. Bu tabii çok avantajlı oluyordu. Toros Gübre ise henüz çok yeniydi ve etkinliği fazla bilinmiyordu. Toros’un o dönemde böyle bir imkânının olması da mümkün değildi. Çünkü diğeri devlet kuruluşuydu, devlet koruması altındaydı. Biz buna rağmen Toros’la çalışmaya başladık. O zaman üç dört çuval atardım arabaya, köyleri gezer Toros’u tanıtırdım. Yeni başladığım halde o şevkle çalışırdım. Diyarbakır’ın köylerine kadar giderdim, çiftçiye bu gübreyi tanıtırdım. Tabii adam da kullanmaya başladıktan sonra faydasını gördü. Artık niye bu gübreyi bıraksın?

Tarım sektörü hayli sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Sizin bölgenizde durum nasıl?

Hamit Turgut: Son yılların iklim durumu bunda önemli bir etken. Mesela az önce arkadaşıma sordum, “Sizde ekinler nasıl?” diye. Bizde iyi, onlarda yok. Neden? Çünkü oraya yağmur yağmadı, bizim bölgede yağdı. Çiftçinin ekonomisi iyi olursa, sulu tarıma çevirirse o problem ortadan kalkar. Ama çiftçinin ekonomik gücü yok. Yani buğdayın ekiminden pazarlama zamanına kadar yaptığı masrafı göz önüne getirdiğimizde kâr etmediğini görüyoruz. Sonuçta faaliyet zararla sonuçlanıyor. Artısı olmuyor ki adam bir sonraki sene ilave bir şeyler yapsın, suyu getirtsin, sulu tarıma dönsün.

Bölgenizde sulu tarım daha başlamadı mı?

Hamit Turgut: Daha başlamadı bizim orada. Sulu tarıma başlayan adamın da kültürü zayıf. Adam eğitim görmemiş, tarlayı nasıl sulayacağını bilmiyor. Suyu bırakıyor tarlaya oluk gibi, o tarladaki mahsulü tamamen alıp götürüyor su. Yani ziraatımızın bu duruma düşmesinin başlıca sebebi kültürün, eğitimin eksikliği. Adam nasıl sulayacağını, ne zaman ekim yapacağını, hangi aleti kullanacağını, pazarlama payının ne olduğunu bilmiyor. Bu duruma gelişimizin nedeni bunlardır. Ben hiçbir ziraatçının ya da il tarımdan, ilçe tarımdan birilerinin gelip de 20-30 çiftçiye eğitim verdiğini, onlara bir şeyler öğrettiğini görmüyorum. Siz gidip bir şeyler sorsanız, o da yok. Oradaki ziraatçı size cevap veremiyor, çünkü o bilgi onda da yok. Diplomasını almış gelmiş sadece. Senelerce Ergani’de biber yiyemedi insanlar hastalık yüzünden. Biber gelişiyor, geliştikten sonra bazı yaralar çıkıyor ortasında, sonra kurumaya başlıyor. Domates gene öyle. Sebebi anlaşılamıyor, kuruyup gidiyor. Bu işte bize yol gösterecek bir kişi bile bulamadık.

GAP bölgesinde sulama sistemleri için büyük yatırım yapıldı. Bunun hiç faydası olmadı mı?

Fevzi Yaşar: Oldu tabii ama tam randımanlı değil. Çünkü hocamın dediği gibi bilinçli yapılmıyor sulama.

Hamit Turgut: İlk sene 500-600 kilo pamuk aldılar mesela. İkinci sene 300-400 kiloya düştü. Çünkü suyu toprağa nasıl bırakacaklarını bilmiyorlar. Sadece sulama da değil. Gübre de en az onun kadar önemli. Bu işe kademe kademe bakmak lazım. Çiftçinin öncelikle toprak analizi yaptırması lazım. Analiz yapmadan ekin ekilmesi hata. Toprak tava gelmeden tarlanın işlenmesi de hata. Eğer sen sadece üstteki 20 cm’de ziraat yaparsan, o tarlayı öldürürsün. Gidip baksak, çoğu tarlada 20 cm’den sonra toprağın tamamen kaymak bağladığını, taşlaştığını görürsünüz. Bu durumda suyu verdiğiniz zaman, su o kaymağın üzerinde kalır. Dolayısıyla ekinin kökü o suyun içinde kalır, kurur. Bunu kırmak için ya patlatma pulluk kullanılacak ya da pulluğun beşlisi-altılısı değil de ikilisi-üçlüsü kullanılacak. Yoksa üstten tarlayı sürmekle olmaz. Daha derinden kazacak.

Bunların hepsi etken. Bir örnek vereyim. Ben aynı zamanda çiftçiyim. Bu sene 400 dönüm mercimek ektim. Bir yıl evvel pulluk gören yerde mercimek fevkalade oldu. Diğer yerlerdekiler sarardı, kızardı. Bizim çiftçilerimiz maalesef kültüvatörle dönüp dolaşıp 20 cm’in üzerindeki toprağı koyulaştırıyorlar. O toprak senelerdir kullanıla kullanıla çoraklaşmış. Suyu da emmiyor. Bunun zararı herkese. Ben bunun tecrübesini yaşadım, zararını gördüm. Benim gibi bazı tecrübeli kişilerin çiftçileri bir araya getirip gübre nasıl verilir, tarla nasıl hazırlanır, tohum nasıl atılır gibi konuları anlatması lazım.

Toros Tarım’ın eğitime yönelik birçok faaliyeti var. Bunların bir faydası olmuyor mu?

Fevzi Yaşar: Adamın birinin bir aylıkçısı varmış. Aylıkçı 15-20 yıldır adama çalışıyor, öküzle çift sürüyormuş. Ağa bir gün demiş ki, “Oğlum, ben bu öküzü satacağım. Sana lazımsa sen al.” O da “Ağa, sabah ben bir çift süreyim, bakayım” demiş. Ağa da, “20 yıldır sen sürüyorsun zaten” deyince aylıkçı “Onca zamandır senin için sürüyordum, şimdi kendim için süreceğim, bakacağım arızası var mıdır yok mudur?” demiş. Demem o ki, insanlar işlerine gelince başka bakıyorlar, gelmeyince başka. Şimdi Harran sulu tarım bilmiyor. Oysa sulu tarım bir kültürdür, bir zenginliktir. Ben bazen espri olsun diye “Zenginin başındaki bit iri, fakirin başındaki ise küçüktür” derim. Toprağın zenginliği suya bağlıdır. Kimin suyu varsa o zengindir. Bir sulu tarla elli tane susuz tarlaya denktir. Sulu tarımda çalışan insanlar da daha bilgilidir, susuz tarımda çalışanlardan daha ileridedir. Harran sulamaya yeni geçti. İyi bir ziraat fakültesi olsa, o suyun nasıl kullanılması gerektiğini insanlara anlatır. Harran Ovası’nı nasıl öldürüyorlar? Yanlış sulamayla. Harran Ovası’nın geçirgenliği yoktur, verilen su alta inmez. Ayrıca eskiden orası gölmüş, göllerin suyu tuzlu olur. Tuzlu su zamanla aşağıya inmiş, bu tuz bitkinin damarını kurutuyor. Bir de toprağın içinde organik-inorganik maddeler var. Sen toprağın içinde suyu göllendirirsen mantarlaşma yapar, küflenir. O toprağın içindeki organik maddeler de suda boğulup ölür. Boğulduktan sonra onu tekrar canlandıramıyorsun. Ateş yaktığında da aynı şekilde. O toprağı 8 sene kullanamıyorsun.

Hamit Turgut: Önce öğretmek, sonra yaptırmak lazım bunları. Biz tersini yapıyoruz. At yok yemlik hazırlıyoruz.

Peki sizce çözüm nedir?

Fevzi Yaşar: Dünyada politikalar insana göre yapılmalı. İnsanın da birinci politikası sağlık olmalı. İkincisi ise eğitimdir. Eğer bir insan eğitilmemişse, budanmamış ağaç gibi randımanı düşer. Bunu biz Toros Tarım’a defalarca söyledik. Kendi görüşlerimizi aktardık. İnsanın aklı gözündedir. İnsan gördüklerine inanır. Çinliler diyor ki, “Bir yazma, on okumaya bedeldir; bir görme yüz okumaya bedeldir.” İnsanlar gözüyle görüyor, Mehmet Bey’in tarlasındaki domateslerin, elmaların iyi olduğunu. Ne yaptığını gelip soruyor. Yani somut, görsel eğitim. Bu nedenle öncelikle laboratuvar eğitiminin geliştirilmesi lazım. Ziraat mühendislerine gelince... Toros Gübre’nin kendi içinde bir ziraat fakültesi kurması lazım. Çünkü devletin yetiştirdiğinin çiftçiye faydası yok. Ben Fıstık İhracatçılar Birliği’nde delegeyim. Orada değerli bilim insanları var. Ben dedim ki orada, “Ben çok iyi bir fıstıkçıyım, herkesten iyi bildiğimi iddia ediyorum.” Hocalar hep dönüp bana baktılar. Hepsi Ziraat Fakültesi’nden. Ama öyle arkadaşlar var ki, profesör olmuş ama daha fıstık ağacı görmemiş. O yüzden, “Benden iyi fıstıkçı yok. Ben fıstık ağacının altında doğdum, orada büyüdüm” diyorum. Fıstığın türünü ıslah etmek gerek, aşılamayı bilinçli yapmak gerek, bakımını bilmek gerek. Doğanın senden ne istediğini bileceksin. Doğayla bütünleşeceksin. Onunla uyumlu olacaksın, ters gittiğin zaman sen doğayı yenemezsin, doğa seni yener.

Tarımı doğayla uyumlu yapmak için neler gerekli?

Hamit Turgut: Mesela tohum seçimi çok önemli. Tarımda bir tohum piyasaya girmeden evvel yetkililerin, bu tohumun özelliğinin iklimin özelliğiyle bağdaşıp bağdaşmadığına bakması lazım. Çiftçiye sunarken mutlaka bunu araştırıp bu bölgeye uygundur diyebilmeli. Hatta belki yasak da koymalı. Her yıl başka bir tohum deneniyor boşu boşuna. Zamanı öldürüyorsun, emeğin boşa gidiyor. Benim memleketimde çeşit çeşit buğday ekildi bu sene. Biz “Pehlivan”dan başka buğday ekmemeye karar verdik. Pehlivan’ın geliri belli, yeşilleniyor, güzel oluyor. Oysa sert buğdayların hepsi kurumaya başlıyor. Esasen bu yönlendirmeyi devletin yapması lazım. Gübre de aynı şekilde. Elli çeşit gübre çıkmış, insanlar şaşırıyor.

Fevzi Yaşar: Örnek olarak Rusya bölge bölge topraklarının analizini yapmıştır, hangi bölgede hangi elementler var diye. O iklim ve toprak şartlarında ne yetişirse, üretimini buna göre belirlemiştir. Bunun adı ekonomi-coğrafyadır. Bir toplumun kendi ekonomi-coğrafya şartlarını bilmesi gerekir. Bir toprak ne kadar kalın, canlı olursa insanları da o kadar zengin olur. Toprak ne kadar zayıf olursa, insan da o denli zayıf olur.

Gübre kullanımında da çok büyük hatalar yapılıyor, değil mi?

Fevzi Yaşar: Örneğin Harran’a Maraşlılar geldi, toprağı beş yıllığına icar aldılar. O aldıkları topraklarda dönüme 80, 90, 110 kilo gübre verdiler. Bilinçsiz gübreleme toprağın tuzlanmasına sebep oldu, kimyasal yapısını bozdu. Beş senenin sonunda tarlaları ot bitmez bir halde sahibine teslim ettiler. Zaten toprağın ağadır sahibi, toprak eline bedava geçmiş, kıymet bilmez.

Hamit Turgut: Gübre çeşidi çok olunca, insanlar da şaşırıyor hangi gübreyi kullanacaklarını. Organik gübre, siyah gübre, kırmızı gübre deniyor. Bayi hangisine yönlendirirse onu seçiyor.

Fevzi Yaşar: Yanlış gübre kullanımı milli ekonomiyi de olumsuz etkiliyor. Örneğin Türkiye evvelki sene Rusya’ya geniş çapta domates ihraç etti. O yıl kompoze gübrelerin, fosforik asitli gübrelerin fiyatı yüksek, ama azotlu gübrelerin fiyatı düşüktü. Bu nedenle sulu tarımda çalışanlar nitrata, üreye, şeker gübresine yöneldiler, fosforlu gübre kullanmadılar. Dolayısıyla domatesin içindeki nitrat oranı yükseldi, domates gelişmedi. Sen bir çocuğa sadece ekmek yedirirsen beyni gelişir mi? Rusya, bizden her aldığı domatesi laboratuvarda inceliyor. Bu domatesleri Türkiye’ye geri gönderdiler. “Domates güzel, neden iade ediyorsun?” deyince “İçindeki nitrat fazla” dediler. Siz doktora gittiniz, kan tahlillerinizi yaptırdınız, doktor diyor ki “Senin kanında üre ve nitrat oranı yüksek.” Gübreden geçti adama. Rusya kendi insanını neden hasta etsin?

Tüm bu yanlışlıkların giderilmesi için neler yapılmalı?

Hamit Turgut: Tekrarlıyorum, her şey eğitime dayanıyor. Çiftçiyi bilinçlendireceksin, kullanacağı malzemeden atacağı tohuma kadar her konuda. Ancak çiftçiye göstererek öğretmek lazım. Çünkü ancak görerek ikna oluyor. Hiçbir zaman denemeyi çiftçiye bırakmayacaksınız. Siz göstereceksiniz.

Fevzi Yaşar: Sen yaparsan çiftçi seni takip eder, arkandan gelir. Tarımda en önemli etkenlerden biri de ekonomi-coğrafyayı bilmektir. Hindistan ve Çin evvelki sene var güçleriyle pazardan gübre çektiler, niye? Çünkü Çin ve Hindistan ekonomi-coğrafyayı iyi biliyor. Diyor ki, “Şu şu bölgelerde kuraklık olma ihtimali var. Ben var gücümle buğday ekeceğim, pirinç ekeceğim. Millet aç kalmamak için gelip benden buğday alacak.” Nitekim Hindistan’da buğday fazlası yoktu, geçen sene 50 milyon ton buğday fazlası oldu. O hesap tuttu. Şimdi gidiyor adam, Arap ülkelerinde petrolü yarı fiyatına buğdayla değiştiriyor, takas ediyor. Bu adamlar ileriyi görüyor, iklimi görüyor, biz görmüyoruz. Bizde hoca oturuyor, “Haydi yağmur duasına çıkalım” diyor. Fırat Nehri yanımızdan geçiyor, oradan sulama yapmıyorsun, yağmur duasına çıkıyorsun. Metotlar okulda, görsel eğitimle verilmeli. Devletin laboratuvarı yok, eğitim sistemi bozuk. Çocuk 12 sene okuyor orta dereceli okulda, pratik hiçbir şey öğrenmiyor. Oysa Türkiye’nin kalkınma konusundaki en büyük avantajı genç bir nüfusa sahip olması. Bizde nüfusun yüzde 75’i çalışır durumda. Avrupa’da yüzde 40’ı çalışır durumda. Şimdi diyelim ki Hamit Hoca ancak 10 kilo eşya kaldırabilir, 10 kiloluk enerjisi vardır. Ama bir genç 150 kilo kaldırır, Hamit Hoca’nın 15 katı. Bizde emek enerjisi güçlüdür. Ama biz onu da kullanmayı bilmiyoruz.

Biraz da Toros’tan bahsedelim istiyorum. Toros’un bayileriyle ilişkisi sizce ne düzeyde?

Hamit Turgut: Bence Toros çok şanslı. Bayileri gerçekten Toros’a canı gönülden bağlı, çalışan, halkı aydınlatan kişiler. Bunu ben gözlerimle görüyorum. Hepsi öyle.

Fevzi Yaşar: Tecrübeli, güvenilir insanlar. Tabii Toros’un çabalarının ve kalitesinin de hakkını yemeyelim. Benim bir tane müşterim var, okuma yazması olmayan bir bayan. Ben gübre satmışım, o da almış, 5-10 torba. Bir gün bir baktım, biri elinde Toros’un boş bir torbasıyla geliyor, “Fatma Hanım dedi ki bunun aynısından göndersin, sakın başkasını istemem.” Ben zaten başka ürün satmam, Toros’un bayisiyim, satmaya da cesaret edemem, çünkü güvenemem. Bizim orada bazı köylere gittim geçenlerde. Adam yemin ediyor, “Ben gübreyi senden aldım, kardeşim de başka bir firmadan almış. Bir tarlada yan yana iki buğday. Boyunu ölçtük beraber, aynı günde. Benimki onunkinden 9-10 cm uzun” diyor. Kardeşi şimdi geliyor bana, “Toros varsa ver” diyor. “Benim ürünüm henüz gelmedi, istersen komşudan beş on torba al” dediğimde, “Yok, ben Toros’u beklerim” diyor. Toros, Esin Hanım’la, Tekfen Holding’le, değerli bayileriyle bir kişilik kazanmış, artık bir marka olmuş. Toros kendini kabul ettirmiş. Toros iade mal alıyor, şikâyetleri dinliyor. Biz diyoruz ki müşteriye, “Malı al götür, en ufak bir şikâyette bana geri getir.”

Ne gibi şikâyetler olabiliyor bunlar?

Fevzi Yaşar: Bir gün biri geldi, “Ağabey, işittiğime göre Toros Gübre’nin üreleri gramaj olarak eksik geliyormuş” dedi. “Olabilir” dedim, çünkü ben hiç tartmamıştım. Kardeşim var, demir çimento satıyor. Elektronik kantar da var. Tarttım, gerçekten eksiklik var mı yok mu diye. Varsa hemen fabrikayı arayıp iade edecektim. Bir torba tarttık, 50 kilo. İkinci torbayı tarttık, 50 kilo... Bu şekilde yedi tane ayrı torbayı tarttık, eksiksiz hepsi 50 kilo çıktı. Sonra gittiler, öbür firmanın torbalarını tarttılar. En kabadayısı 49 kilo, diğerleri ise 43 ila 49 arasında geldi. Torbaların rengi de solmuştu. Her birinden 1 ila 7 kilo arasında eksikti. Sulu tarım yapan, bilinçli çiftçi Toros’un torbasını görmese bile eliyle kontrol edip o gübrenin Toros’a ait olup olmadığını anlıyor.

Hamit Turgut: Benim yöremde Toros gübre olduğu zaman başka gübre almazlar. Bir kere tanıdılar; adam deniyor, hakikaten de memnun kalıyor. Güven oluşuyor böylece. Herkes ona yöneliyor.