

16
HABERLER
İÇİMİZDEN Bİ İ
klasik otomobil sahibi olanlar araçlarını ken-
dileri kullanmak ister. Ancak eş dost hatırına
ve arabası yarışsın isteyenler, araçlarını değe-
rini bileceğine kanaat getirdikleri kişilere tes-
lim edebilirler. Ben de böyle zaman zaman pi-
lot veya co-pilot olarak yarışlara katılıyorum.
Hatta bazı kupalarım da var. 1953 model
Willys ile yarıştığımız rallide kategorimizde
ikinci olduk. Ondan önce Milka adını taktığı-
mız 1964 model mor bir Mercedes’le hem ta-
kım birincisi olmuştuk, hem de kızlar grubun-
da birinci olmuştuk.
Mekaniğe meraklı mısınız?
Çok meraklıyım. Mekanik bilgisi zaten bu ho-
biyle birlikte ister istemez oluşuyor. Çünkü
klasikler yeni arabalar gibi değil. Kaputu açıp
müdahale edebiliyorsun. Yeni otomobillerde
bozulan parça hemen yenisi ile değişiyor. Eski-
lerde ise biraz kenarını törpülüyorsun, üflü-
yorsun, yağlıyorsun… Her şey dokunarak, se-
verek çözülüyor. Bunların hepsi zaman
içerisinde bir birikime dönüşüyor. Etkinlikler
içinde büyüklerinizden de görüyor, farklı de-
neyimler elde ediyorsunuz.
Kendinize ait bir klasik otomobil edin-
meyi düşünüyor musunuz?
Aklımın bir kenarında tabii ki var. Ama doğru
zamanda, doğru bir modelin, seninle birlikte
yaşayacak bir otomobilin karşına çıkması, üs-
telik karşılayabileceğin bir tutarda olması çok
önemli. Diyelim buldun bir şey, onun hâlâ kla-
sik çizgileri taşıyor olması çok önemli. Çünkü
çoğu otomobil eski, ama klasik değil. İnternet-
te bazen çok enteresan ilanlara rastlıyoruz.
Anlamayan birine kelepir gibi duran, “Sahi-
binden, orijinal, klasik” gibi başlıklarla ilanlar
veriliyor. Oysa bilen bir gözle içine baktığınız
zaman arabanın artık bir klasik olmadığını he-
men anlıyorsunuz. Önceki sahibi ekonomik
olsun diye LPG taktırmış, gözüne güzel görün-
sün diye arabanın hatlarında hiç olmayan çe-
şitli aksamlar taktırmış, hoşuna gitmediği için
bir parçasını çıkartmış, yerine başka bir şey
taktırmış... Yani arabanın orijinalliğini yok
eden birçok değişiklik yapılmış... Böyle bir
otomobil de alınabilir şüphesiz. Ancak yapılan
değişikliklerin ne kadarını geriye döndürebi-
lirsiniz, masrafı ne olur, bunları düşünmek
lazım. Veya hiç bunlara girmeden biraz uzak-
tan fırsat beklemek lazım. Benim yaptığım da
böyle bir şey. Şu anda gönül gezdiriyorum,
ama karşıma doğru otomobil çıkıp da, “Ta-
mam, bu!” dediğimde harekete geçebilirim.
Bir otomobile “klasik” diyebilmek için
saydıklarınız dışındaki temel kriterler
nelerdir?
Merkezi Brüksel’de olan FIVA’nın (Uluslarara-
sı Klasik Otomobil Federasyonu) belirlediği
standartlara uyması gerekiyor. En temel kural
şu: 1981’den daha eski model olması lazım. Az
bulunan modeller olması lazım diye başlayan
detay kriterler de var. Tabii, hepsinden önem-
lisi orijinalliğini korumuş olması.
Sizin gönlünüzdeki araba ne?
Amerikancı diye bir tanım var, ama sanırım
ben Avrupacıyım. Benim için otomobil tanımı
eşittir Mercedes. Klasik dahi olsa, hep zama-
nından ileri teknolojiye sahip olduğu için. Kla-
sik DS Citroën de çok farklı özellikleri olan bir
otomobildir. Ama bir 911, 944 ve 928 kullan-
dıktan sonra Porsche’yi de çok sevdim. 1980
model bir Porsche 928 ile yarıştım daha önce.
V8 motorlu, çok güzel ve çok güçlü bir otomo-
bildi. Arabanın gücünün kontrolü yok. Çok
heyecan verici bir otomobil. Günlük hayatım-
da bir Citroën kullanıyorum. Bebekten öncesi
ve sonrası olarak büyük bir fark yaşadım oto-
mobil konusunda. Çünkü daha öncesinde Peu-
geot 206 kullanıyordum ve çok memnundum.
Çünkü metro faresi gibi, hem seri, hem minik,
tık tık aralardan kaçıyorsun. Arkadaşlarım
bana, “Rüzgârın kızı! Çok sağlam kullanır,”
derlerdi. Ama çocuk olduktan sonra 60 km’den
yukarı çıkmaz oldum.
Çocuklar bu hobinin neresindeler?
Tabii çocuklar da kulüp etkinliklerine gide gele
bu kültürü ediniyorlar. Bir zamanlar bir klasi-
ğin arkasında, bebe koltuğunda oturan çocuk-
lar yıllar içerisinde büyüdüler ve kendileri ya-
rışmaya başladılar. Biz de oğlum henüz 3,5
aylıkken Kıbrıs’a, yarışmaya gittik. O yarışta
oğluma, “En Genç Rallici” kupası verdiler. Bü-
tün televizyonlar röportaj yaptı. Ben bir anne
olarak, bir bebeğin ne kadar küçük olursa ol-
sun, çevresinde olup bitenleri anladığına ina-
nıyorum. Doğmadan önce bile anlıyorlar ve
doğdukları andan itibaren her şeyi kaydedi-
yorlar. Zannediyorum oğlum da bu nedenle
bütün gün arabalarla oynayıp “düt düt” diyor,
başka bir şey söylemiyor.
Gelecekte gerçekleştirmek istediğiniz
farklı projeler var mı?
Kadın gözüyle klasik otomobile bakış temasıy-
la bir köşe yazmaya başlıyorum. Türkiye’nin
tek klasik otomobil dergisinde, önümüzdeki
sayıdan itibaren yayımlanıyor olacak. Aynı za-
manda bu yazılara
www.klasikkadin.comad-
resinden de ulaşılabilecek. Avrupa’daki birçok
ülkede, bizden çok daha fazla klasik otomobil
ve klasik otomobil kulüpleri var. Türkiye’de de
ilgi artıyor olmakla birlikte, gene de sistemli
“Galiba yanlış yoldayız!”
S
on yarışta, Sapanca’da Porsche ile yarıştım. Bu yarışlarda en temel
hedef yolu bulabilmek. Elimizde yol notlarımız oluyor. Örneğin, elimiz-
de bir çeşme resmi var. Diyor ki “Çeşmeden 200 m sonra kavşak var, sağa
dönülecek.” İşaretlerle anlatılıyor bunlar. Bir tane cami, oradan düz gidile-
cek, ahırdan sola dönülecek... Bunların hepsi sayfa sayfa elimizde oluyor
yarışlarda. Co-pilotum bana okuyor bunları. Fakat belli bir noktada biz kilo-
metre hesabını kaçırdık. Bir dağın tepesindeyiz ve önce bulmamız, sonra
da yetişmemiz gereken bir parkur var. Zamanımızı geçirmişiz, haldır haldır
gidiyoruz. Çok iyi niyetli ve başarılı bir co-pilotum var, tek sorun kararsız
olması. Bir noktadan sonra co-pilotum son derece kararsız kaldı. “Galiba
yanlış yoldayız,” dedi. Bir yandan ben son gaz gidiyorum. Kendinden daha
az emin, “Galiba geri gitmemiz lazım,” dedi bu sefer. Dağın tepesindeyiz.
Nasıl olabilir? Neyse ben bir yerde durdum. Dönebileceğim bir yer de değil.
Uçurumun kenarında, tek şeritli bir yoldayız. Dedim ki “Ben buradan döne-
miyorum. Koş git, bir bak. Orası mı, değil mi bana haber ver.” Co-pilotum
gitti. Ben de geri vitesle ona doğru gitmeye çalışıyorum. Sonra koştu geldi,
“Tamam, burasıymış,” dedi. Gene gitmeye başladık. Bu sefer, “Şimdiye ka-
dar camiyi görmemiz lazımdı, görmedik. Galiba yanlış yoldayız,” dedi. Be-
nim yapabileceğim hiçbir şey yok. Yarışta her ne kadar pilotluk daha hava-
lı görünse de, asıl işi yapan co-pilottur. Neredeyiz bilmiyorum. Kaybolduk!
Arkamızda, önümüzde hiç kimse yok. Ne yapacağız? “Biraz daha gidelim,”
dedi. Sonunda camiyi gördük. Camiden sağa gireceğiz. “Yaa… Galiba bir
önceki camiydi,” dedi. Ben artık dayanamadım. Dedim ki “Deniz! Seni bu-
rada bırakırım, kimse izini bulamaz!” Aaa, baktım kapıyı açmaya yelteniyor.
“Tamam, beni indir burada,” diyor küskün. Ben ise panik içerisinde, “Hayır
hayır, burada inmek yok! Önce yarışı bitirelim ondan sonra inersin!” Üstelik
en sonunda anladık ki doğru yoldaymışız.