Table of Contents Table of Contents
Previous Page  25 / 56 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 25 / 56 Next Page
Page Background

Öncelikle triatlondan başlayalım. Bu sporla ilgilenmeye na-

sıl başladınız?

Triatlon amatör bir branş. Çok yeni sayılır Türkiye için. Benim üni-

versiteye gittiğim yıllarda triatlonu yeni yeni duyuyorduk. Birkaç

arkadaş yurtdışına gidip yarışırdı. Türkiye’de henüz federasyonu

yoktu. Ayrıca triatlon yapmak için şartlarımız da uygun değildi.

Gençsin, bisiklet alacak, seyahat edecek paran yok. Biz o dönemde

atletizmle ilgilendik. Maslak’ta kros (arazi) koşuları yapılırdı. Ça-

mur deryası içinde bata çıka koşulurdu. Orada yarışarak başladık.

Lise çağlarımda Eczacıbaşı’nda yıldız ve genç takımında voleybol

oynadım. Fakat koşu, hayatımda hep vardı. İlk triatlon yarışına 6

yıl önce girdim. Ferdi olarak lisans çıkarttım ve 2009 yılında İstan-

bul Triatlonu’nda yarıştım. Bisikleti emanet almıştım, bisikletim

yoktu. Yarış bisikletlerinin pedalı kilitlidir, ona uygun ayakkabı ge-

rekir. Benim ayakkabım yoktu, klasik pedallarla yarıştım. Bir tane

de kask verdiler, çıktım yarışa. İlk yarışta üçüncü oldum. Sevdim.

Çünkü triatlon çok branşlı bir spor. Yüzüyorsun, bisiklete biniyor-

sun ve koşuyorsun.

Her yarış aynı mesafede mi koşuluyor?

Triatlonda farklı mesafeler var. Sprint mesafe var, olimpik mesafe

var, ortamesafe var, bir de uzunmesafe var. Uzunmesafe, “Ironman”

yarışı: 3,8 kilometre yüzme, 180 kilometre bisiklet, 42,2 kilometre

koşma. Bir de bunun yarısı var. Esas olimpik mesafe ise, Olimpiyatlar

düzeyinde koşulan yarış. Orada 1.500 metre yüzülüyor, 40 kilometre

bisiklete biniliyor, 10 kilometre koşuluyor. Sprint mesafe de bunun

yarısı: 750metre yüzme, 20 kilometre bisiklet, 5 kilometre koşu. Ben

Ironman dışındakilerin hepsinde yarıştım. Hepsinde de Türkiye’de

kendi yaşımda birinci oldum. Zaten triatlon sporunu Türkiye’de ya-

pabilen, yani her üç branşta birden yarışabilen insan sayısı çok az.

Yarışlar, her yaş grubundan toplam 300 kişi içinde dönüyor. Bizim

yaş grubunda da herhalde toplam 15 kişi var. Öyle olunca tabii hepsi

arkadaşımız. Facebook’tan da birbirimizi takip ediyoruz: “Sen geliyor

musun? Ben sakatım! Şuna şöyle olmuş...”

Yani triatlon, rekabetin yanında sporcuların birbirini des-

teklediği bir spor mu?

Kesinlikle öyle, ama tatlı bir rekabet de yok değil. Örneğin, Martin

diye bir arkadaşımız var, Alman. Alanya’da yaşıyor. Benim sağlam

rakiplerimden. Benden önce o birinciymiş. “Seni bir gün geçeceğim.

Yavaş koş! Yavaş koş!” diye takılıyor sürekli. Spor ruhu var triatlon-

da. Maratonist diye bir spor kulübümüz var. Üyeleri arasında triat-

loncular var, ultracılar var, maraton koşucuları var. Hepsini barındı-

ran bir kulüp. 15 yaşından 60 yaşına kadar sporcularımız var. Yaş

gruplarımız farklı, ama hepimiz aynı yarışta yarışıyoruz bazen. Bir-

birimizi destekliyoruz. Müthiş bir takım ruhu var gerçekten. Genç-

leri mutlu etmek, ağabeylik yapmak, yönlendirmek o kadar önemli

ki! 20 yaşındaki genç bakıyor ve düşünüyor, “50 yaşına gelmiş, hâlâ

koşuyor.” Öyle olunca genç nesil de sporu hayatının önemli bir yeri-

ne koyuyor, “Gelecekte ben de böyle olmalıyım!” diye bizi örnek alı-

yor. Biz de eskiden böyle düşünürdük. “Biz de o yaşlarda böyle ola-

cak mıyız?” derdik. Şimdi o yaşa geldim. Evet, hâlâ koşuyorum.

Örnek olması önemli.

Oysa atletizm, bireysel bir spor olarak bilinir.

Maratonist Spor Kulübü, bundan üç yıl önce kuruldu. Ben de yöneti-

mindeyim. Bir başkanımız var, Emre Tacir. Benden genç, 40’lı yaşlar-

da bir işadamı. Aynı zamanda Ironman mesafesini koşmuş sayılı

Türk sporculardan biri. Hayatını spora vakfetmiş. Yurtdışındaki bir-

çok yarışa gider, kulübüne her türlü maddi manevi yardımı yapar.

Gençleri korur, onları destekler, formaları yaptırır. Bu, ancak kolektif

bilinçle olabilecek bir şey.

Çalışma hayatıyla sporu nasıl dengeliyorsunuz?

İş hayatımda da çalıştığım bütün şirketlerde çevremdeki insanları

spora motive ettim ve koşturdum. Zamansızlık diye bir şey yoktur.

Spor yapmak istiyorsanız, o zamanı yaratırsınız. Ben de herkes gibi

her sabah işe geliyorum, akşam çıkıyorum. Ama ben sabah 5:30’da

kalkıyorum. Akşam da direkt eve gidip uzanmıyorum. Spor salo-

nuna gidip antrenman yapıyorum, yüzüyorum, ardından hafif bir

yemek yiyor, sonra dinleniyorum. Bu programı yapamazsam hu-

zursuz oluyorum, kendimi iyi hissetmiyorum. Yaptığımda enerjim

yerine geliyor, kendimi yenilediğimi hissediyorum. Tabii ki sabah

kimse sıcak yatağından mutlulukla kalkıp koşmak, soğuğa çıkmak

istemez. Ben de zor kalkıyorum. Ama antrenmanımı bitirdiğimde

inanılmaz bir iç huzuruyla dönüyorum evime. Duşumu alıp giyini-

yorum. Büyük bir mutluluk! Anlatamadığım kadar iyi hissediyo-

rum o an. Hafta içi iki veya üç sabah koşuyorum. Zamanım dar ol-

duğu için 10 kilometreyle sınırlıyorum. İş çıkışında spor salonuna

ise haftanın beş günü gidiyorum. Haftada üç gün havuz antrenma-

nı yapıyorum. O günler başka antrenman yapmıyorum. Kışın bi-

sikleti dışarı çıkarmıyoruz. Hem çok soğuk oluyor, hem de yollar

kaygan olduğunda düşme riski yüksek oluyor. Ben de bir kaza yaşa-

dım. Onun için spor salonunda bisiklet çeviriyoruz uzun saatler.

Kondisyon çalışmaları, ağırlık antrenmanları yapıyoruz. Grup ola-

rak belirlediğimiz antrenmanlar da var. Kış antrenmanlarıyla iyi

güçlenir insan. Baharla birlikte de o gücü sokağa, yola, yarışlara

yansıtırsın. Çıkarsın, ne kadar çalıştığını gösterirsin.

Triatlonda müthiş bir takım ruhu var

gerçekten. Gençleri mutlu etmek,

ağabeylik yapmak, yönlendirmek o

kadar önemli ki! 20 yaşındaki genç

bakıyor ve düşünüyor, “50 yaşına

gelmiş, hâlâ koşuyor.”

25