

15
ramını hem daha renkli, hem de çalışma hayatında daha faydalı olaca-
ğını düşündüğüm bazı konularla zenginleştirdim. Mesela, daha teorik
bir konu olan “finansal krizler”i çıkarıp yerine “finans matematiği”
konusunu dahil ettim. Çünkü çalışma hayatına başladıklarında kim-
se onlardan finansal krizler literatürünü tartışmasını beklemeyecek;
ama bileşik faiz hesabını yapabilmesi veya devlet tahvili fiyatlamasını
yapabilmesi istenecek. Ben sınav sorularını da biraz bu gözlükle ha-
zırlıyorum. Her tip soru olur benim sınavlarımda. Sayısal sorular ya
da matematik problemleri de olur, kavramsal bilgileri ölçen, duruma
göre yorum gerektiren, Türkiye’nin rakamsal olarak güncel trendlerini
takip etmeyi gerektiren sorular da.
İşiniz dışında derslere, sınavlara hazırlanmanız ne kadar vakit
gerektiriyor?
Benim en büyük hobim ders vermek. İş dışı zamanlarımı bu hobime
ayırıyorum. Olabildiğince çok okuyorum, dolayısıyla başka bir ilgi ala-
nına yer bırakmayacak derecede zamanımı alıyor. Çünkü anlattığım
konular, güncelini takip etmeyi gerektiren konular. Çok iyi okullarda,
çok iyi öğrenciler çıkıyor karşıma. Gelebilecek bütün sorulara hazır-
lıklı olmaya çalışıyorum. Bir de devamlı seviye artıyor. Önce master
öğrencilerine, akabinde doktora öğrencilerine ders vermek söz konusu
olunca, bu seviyedekilerin daha öncekilerden farklı olarak bana yönel-
tebileceği sorular ne olabilir? Bunları cevaplama noktasında benim ne-
relerde açığım var? Bu yeni kitlenin karşısına çıkarken hangi açıkları
kapatmam gerek? Bu düşüncelerle, dinamik olarak kendimi geliştirme
çabası söz konusu. Bir şeyi öğrenmenin en iyi yolu onu anlatmaya ça-
lışmaktır. Einstein’ın bir sözü var: “Bir konuyu 6 yaşındaki bir çocuğa
anlatamıyorsan, demek ki o konuyu yeteri kadar iyi anlamamışsın.”
Yani konu ne kadar zor olursa olsun, mutlaka basitleştirilerek anlata-
cak bir yolu vardır ve sen o konuyu iyi biliyorsan, bir yolunu bulup onu
anlatabilirsin.
Akademik hayatın bir de araştırma yönü var. Tam zamanlı çalışır-
ken, akademik çalışmalar yapmaya vakit bulabiliyor musunuz?
Yapı Kredi Bankası’nda zaten Kurumsal ve Ekonomik Araştırmalar de-
partmanında çalışıyordum. Görev tanımında araştırma boyutunun da
olması nedeniyle akademik çalışmalar yapabiliyorduk. Ben o dönem
uluslararası citation index’e (atıf indeksi) giren iki tane yayın yaptım
ki, ikisinin toplam uluslararası atıf sayısı 200’e yaklaştı. Konuyu bi-
lenler, bunun çok iyi bir performans olduğunu değerlendireceklerdir.
Bunu biraz açar mısınız?
Çalışmanızın bilimsel bir dergide yayımlanması için bir hakem süre-
cinden geçmesi gerekir. Yani siz makaleyi yazıp gönderdikten sonra,
makaleniz örneğin London School of Economics’te bir profesörün
önüne gider ve bilimsel kalitesi yeterli mi, dergide yayımlamaya de-
ğer bir çalışma mı diye bakılır. Değerlendirmenin tamamen tarafsız
olması için siz o hakemin kim olduğunu bilmezsiniz, o da sizin kim
olduğunuzu bilmez. Hakemler çalışmanıza bir değer atfederlerse,
çalışmada bilimsel olarak bir yenilik görürlerse, makalenizi bilimsel
dergilerde yayımlama hakkını elde edersiniz. İşte benim o tip dergi-
lerde yayımlanmış iki tane makalem var. Bu makaleler uluslararası bi-
lim insanlarından bugüne kadar toplamda 200’e yakın atıf aldı. Hatta
bir çalışmam, Belçika’da bir üniversitede okunması faydalı kaynaklar
listesine, Hindistan’da ise bir kamu kuruluşunun yaptığı bilimsel bir
çalışmada yararlanılan kaynaklar listesine kondu. Kolombiya’da bir
üniversite hocası kendi dersinde öğrencilere okutmak için, Japonya
Merkez Bankası’nda da bir araştırmacı da kendi çalışmalarında kul-
lanmak üzere benden çalışmamı postayla istediler. Ama tabii burada
bir araştırma departmanında çalışmadığım için, mesai saatimin içinde
bu tip konularla ilgilenme şansım olmuyor. Mesaimin dışında da fazla
zamanım yok araştırmaya ayıracak. Çünkü o tip yayınlar yapmak çok
meşakkatli işler.
Yazar asker
Ben askerliğimi Topçu Okulu’nda ve doktoram olduğu için mecbu-
ren yedek subay olarak yaptım. Yedek Subay Okulu’nda eğer hiçbir
ekstra özelliğin yoksa takım komutanı olursun, bir yerlerde emrine
verilen erlere askerlik öğretirsin. Hiç bana göre bir iş değil. Kendim
öğrenemediğim için, askerliği öğretecek bir durumum da yoktu. Bu-
nun dışında yabancı dil seviyesine göre bir yerlerde tercüman veya
İngilizce hocası olarak çalışma imkânı vardı; bir de meslek kurası
vardı. Ben Yedek Subay Okulu’ndaki İngilizce sınavında oldukça iyi
bir derece yapmıştım, dolayısıyla İstanbul’da bir yerlere düşmeyi
bekliyordum. Fakat yabancı dil kurası çekecekler listesinde ismim
çıkmadı. Sonradan öğrendim ki işletme doktorası diplomam olması
nedeniyle beni, askeri okullara hoca olacak şekilde meslek kurası-
na katmışlar.
Sonuçta İzmir Gaziemir’de, Ulaştırma Okulu bünyesindeki Lojistik
Yönetim Okulu’na düştüm. Evet, lojistik de işletmenin bir dalı, ama
benim hiç bilmediğim bir dalı. Okula gelen rütbeli subaylara benim
lojistik konusunda bir şey anlatamayacağım ortaya çıkınca okulun
komutanı, “E ne yapacağız biz seni?” dedi. Ben de anlatabileceğim
konuları, uzmanlık alanlarımı, ekonomist olduğumu anlattım. “O za-
man sen bu okulun hocalarına hocalık yap,” dedi. Bunun üzerine,
okulun hocası olan rütbeli subaylara iki günlük bir ders hazırladım.
Okulun komutanı olan kurmay albaydan binbaşıya, tüm kadro karşı-
ma öğrenci olarak oturdular. Hepsi benim üstüm olan 40-50 kişilik
bir kadro. Ben hazırol vaziyette tahtaya çıktım. Komutan benim rahat
olmadığımı anlayınca, “Emir komuta sende asteğmenim,” dedi
bana. “Komutanım, normalde anlattığım gibi ders anlatabilir mi-
yim?” dedim. “İstediğin gibi anlat, keyfine bak,” dedi. Ben de soktum
elimi cebime, normalde ders anlattığım kıvamda başladım anlatma-
ya. İki gün boyunca sabah 9 - akşam 5, komutanlara ders verdim.
Çok memnun kaldılar. Okul komutanı beni odasına çağırdı, önce bir
takdirname verdi eğitimden dolayı. Sonra dedi ki, “Bu okuldaki bü-
tün subaylar hoca. Ama burası yeni kurulmuş bir okul ve okulun ken-
disini tanıtması gerekiyor. Bunun yolu da okulun yayın yapması. Gör-
düğüm kadarıyla bu okulun hocaları içinde bir kitap yazabilecek en
yüksek kapasite sende. Askerliğin bitmeden önce senden bir kitap
yazmanı istiyorum.” Askerliğimin bitmesine 4-5 ay vardı. Ben de otur-
dum ve bir kitap yazdım: “Temel Ekonomik Göstergelerin Analizi ve
Yorumlanması.” Komutan da hem okulu tanıtmak, hem de kendi ter-
fisi için kitabın tanıtımına önem verdi, kitabı Türkiye’deki bütün pa-
şalara gönderdi. Eğer kıymet gördüyse, o dönemin en üst rütbeli ko-
mutanlarının kütüphanesinde benim kitabımın olması lazım.
TekfenVakfı’nın burs programına da çok önemli destek ve katkıla-
rınız var. Bunlardan bir tanesi de mentorluk. 500’e yakın bursiye-
rimize, bir hoca olarak, üniversiteden en fazla nasıl faydalanabi-
lecekleri konusunda ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Boğaziçi’nde, “Üniversite, bilginin öğretildiği yer değil, bilginin nasıl
öğrenileceğinin öğrenildiği yerdir,” diye bir söz vardır. Ben tüm öğren-
cilere, mezun olduktan sonra öğrenme sürecinin bitmediğini, öğren-
me sürecinin dinamik olduğunu, çünkü ortamın sürekli değiştiğini,
dün güncel bilgi olan şeyin bugün güncelliğini ve bilgi değerini yitire-
bileceğini, onun için her an öğrenmenin süren bir ihtiyaç olduğunun
bilincinde olmalarını, hayatlarını “sürekli öğrenme” amacını içerecek
şekilde dizayn etmelerini öneririm.
Ben öğrencilerle bir araya gelmekten büyük keyif alıyorum. Gençler
hangi dersleri sevdiklerini biliyorlar, ama hangi işlerin o ilgi alanlarını
barındırdığını, iş hayatını pek bilmiyorlar. Nerede ne yapıldığına dair
yarım yamalak ve çok yanlış bilgileri olabiliyor. Yanlış algılarla çok yan-
lış hedef belirlemeler ve müstakbel mutsuzluklar ortaya çıkabiliyor. Be-
nim mentorluğum da daha çok öğrencilerin kendi ilgi alanları doğrul-
tusunda ders seçimlerine yardımcı olma ve ilgi alanlarının hangi işlerle
örtüşebileceği konusunda onlara yol gösterme konularında oluyor.