

16
ve bilemiyordum iyi miyim, kötü müyüm.
Çünkü pist toprak. İstanbul’da o sezon en iyi
derecem 10.9 olmuştu. 10.5 ise bizim için ha-
yal bir dereceydi. Dünya rekoru da zaten
9.9’du. Uzun yıllar bu rekor kırılamadı. Yarış
günü geldim, koştum, birinci oldum. “Rekor!”
diye bağıranlar var. Derecemin o kadar iyi ol-
duğunu koşarken anlamamıştım. İyi bir yarış
çıkarmıştım, ama hakikaten neticeyi tam kes-
tiremiyorsunuz. Yarıştan sonra 10.5 açıklan-
dı! Tabii çok sevindim.
Yalnızca 100 metre branşında mı koştu-
nuz?
100 ve 200 metrede koştum. Bazen 400 metre
yarışlarına katıldığım da oldu. 200 metrede de
Türkiye birinciliklerim var.
Böyle kısa mesafeli yarışlarda fizik mi,
yoksa tecrübe mi önemli?
İşin çok büyük bir kısmı yetenekle ilgili. Ben
ilk denememde 11.5 koştum. Eğer 12.5 koş-
muş olsaydım, ne kadar çalışırsam çalışayım,
inebileceğim en iyi derece 11.5 olurdu. Dolayı-
sıyla Allah vergisi bir yetenek olması gerek.
Yüksek atlamada da bu böyle, güllede de böy-
le; teknik branşlar için yetenek birinci sırada
geliyor. Uzun mesafe koşularında durum deği-
şiyor. Mesela, çoğu insan iyi çalışırsa maraton
koşabilir. 100 metre için ise önce yetenek
olması lazım. Ondan sonra kalan yüzde 20
sizin çalışmanız, tekniğiniz, belki ufak tak-
tiklerdir. Yarışlarda “duvara çarpmak” deni-
len bir olay var. Yarışın sonuna doğru, belli
bir metrede yarışçılar duvara çarpar. 400
metre koşuluyorsa son 70 metre, 100 met-
re koşuluyorsa son 20 metredir bu. Orada
görünmez bir duvar çıkıyor önünüze. O du-
varı aşmak için uğraşıyorsunuz. Artık sürü-
nüyorsunuz, oksijen yetmiyor. Bu duvar
mesafesini kısaltmak sizin elinizde. Ne ka-
dar çalışırsanız o kadar ilerlersiniz. Ne ka-
dar kısalırsa, o kadar avantajlı olursunuz.
Bu, yetenekten bağımsız olarak sizin çalışa-
rak elde edebileceğiniz bir avantajdır.
Yüksek atlamayı ve 100 metre yarışını
birlikte götürmek mümkün değil miy-
di?
Ben kariyerimde 1,90 atladım en yüksek.
İyi bir dereceydi gerçekten; devam edebilir-
dim. Ama 100 metre ve yüksek atlama ya-
rışları genelde aynı anda yapılıyor. Yüksek-
te ikinci atlayışınızı yaptıktan sonra 100
metre yarışına koşmanız gerekiyor, sonra
da tekrar yüksek atlamaya geçiyorsunuz.
Çok zor bir tempo. 100 metrede daha iyi ol-
duğum için yüksek atlamayı bıraktım.
Ufak bir hata!
T
rajikomik bir anım var. Milli takım ola-
rak Rusçuk, Bulgaristan’a gitmiştik. O
zamanlar memlekette para yok, böyle gezi-
lere zorlukla çıkılabiliyor. Uçakla Sofya’ya
gittik, 7 saat bekledikten sonra oradan bir
pervaneliyle Rusçuk’a geçtik. Neyse, so-
nunda yarış yerine ulaştık. Göğüs numara-
ları verilecek, toplantı yapılıyor. Fakat anla-
şıldı ki büyükler yarışı değil, gençler
yarışıymış; bizimkiler fark etmemiş. Fede-
rasyon yanlış yarışmaya göndermiş bizi.
İdareciler de şaşkın, “Ne olur bir çare bu-
lun. Biz böyle geri dönemeyiz!” dediler. Bul-
gar yetkililer, “Klasman dışı yarışın o za-
man,” dediler. Hadi biz genciz, diğer atlet-
lerden bir iki yaş büyüğüz sadece. Fakat
kafilede Mehmet Yurdadön falan var, koca
koca adamlar. Böylece o yoklukta, o kadar
para klasman dışı bir yarışa harcanmış
oldu.
MİLLİ ATLETLER
Eylül 1977’de Ankara’da düzenlenen Balkan
Oyunları’na katılmak üzere kampa giren Türk
Milli Atletizm Takımı. Arka sırada, soldan ikinci
sporcu Selim Ergun.
İÇİMİZDEN BİRİ