Previous Page  24 / 52 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 24 / 52 Next Page
Page Background

24

DOSYA

g

NİHAN KAYAR (SATIN ALMA MÜHENDISI)

“İlk büyük projem”

Nisan 2011’de platform projesiyle Tekfen’e katılan Nihan Ka-

yar, Bakû’da kendini yurtdışında gibi hissetmediğini söylüyor:

İlk sene burada zorlandım açıkçası. Daha önce Rusya’da bir

elektrik santralı projesinde çalışmıştım, yani yurtdışı tecrü-

bem vardı. Fakat oradaki proje, şu an bizim burada yaptığımız

kadar büyük bir proje değildi. Büyüklüğü açısından benim için

bir ilk oldu burası. İlk sene, doğal olarak projenin başı olduğu

için talep sayısı çok fazlaydı. Bu gelen taleplerin yüzde 70-80’i

de acil talepler oluyordu. Hafta sonları da dahil, çok uzun sa-

atler çalıştığımız oldu.

Bizim buradaki görevimiz, gelen talepler doğrultusunda,

bizden istenilen inşaat malzemelerinin, ağırlıklı olarak yurtdı-

şından (İngiltere’den ve İskoçya’dan) alınması. Oradan tedarik

edemediğimiz durumlarda malzemelerin lokal satın almasını

yapan bir arkadaşımız var.

Burası bana hiç yurtdışı gibi gelmiyor aslında. Bizim bir

nevi ikinci vatanımız. Fazla zor olmadı adapte olmak. Ben çok

gezen tozan bir insan da değilim. Genelde haftada bir veya iki

defa dışarı çıkıyorum. Kampta kalıyorum ve zamanımın bü-

yük bölümü işlerle geçiyor zaten.

g

TUNCAY ÖZGÜMÜŞ (MALI VE İDARI İŞLER MÜDÜRÜ)

“Tekfen’e ömrümü verdim”

Tuncay Özgümüş, Mart 1984’te Personel ve Muhasebe elema-

nı olarak çalışmaya başladığı Tekfen’den, 2002 yılında emekli

olduktan sonra 10 ay kadar ayrı kalmış. Ayrılığı daha fazla uzat-

madan geri dönen Özgümüş, 17 yıldır Azerbaycan’da çalışıyor:

Ben işe başladığımda, 1984 yılında İnsan Kaynakları diye bir

grup yoktu şirkette. Hepsi Muhasebe’ye bağlıydı. Ben ömrümü

verdim Tekfen’e. Çünkü şirketimden memnunum. Bugün ne-

yim varsa şirketim sayesinde var. Ben Tekfen’de çalıştığım 28

yıl içinde hiçbir idareciden, “Çalışanın hakkını verme!” diye bir

söz duymadım. Her türlü projede çalıştım. “Alınan malzemenin

ucuzunu al!” diye bir söz asla duymadım. Global krizlerde dahi

hiçbir çalışanın maaşı, ne yurtiçinde ne yurtdışında, ayın 10’un-

dan geç verilmedi. Bunun için ben buradayım.

Yurtdışı şantiyesinin Türkiye’den hiçbir farkı yok. Biz merke-

ze karşı sorumluyuz. İlk başladığımda bütün faturalar İstanbul’a

gidiyordu. Artık bir banka sistemi gibi Oracle Muhasebe Prog-

ramı var. İstanbul anında her şeyi biliyor, görüyor. Onun için

İstanbul’da tutulan muhasebeyle burada tutulan muhasebe

arasında hiçbir fark yok. Şantiyede Mali ve İdari İşler dediğiniz-

de bizim yaptığımız, Oracle’a girilen işleri denetlemek, altımız-

da çalışan arkadaşlara yardımcı olmak, önlerini açmak, karar

veremedikleri konularda karar vermek ve üstle ast arasındaki

diyaloğu kurmak. İdari İşler’in görevi, evinden, yurdundan uzak

arkadaşlarımızı kampta en iyi şekilde rahat ettirmek ve bir son-

raki güne dinlenmiş vaziyette başlamalarını sağlamak. Yediğine,

içtiğine, yattığı yere dikkat etmek.

“Sakla, düşeceğim!”

Buraya ilk olarak 1996’da geldim. İlk geldiğimizde Bakû daha

doğaldı, büyük bir şehir değildi. Burada Türk olarak değer gör-

dük; bizi çok misafirperverce karşıladılar. Bir millet, iki devlet,

ama bir dil farkı var. Alıştık tabii. Mesela, ben ilk geldiğimde bir

araba aldım. Şantiyede kalıyoruz. Tekfen’in Yumurtalık-Kırık-

kale Boru Hattı’nda aldığı Toyota’lar buraya gelmişti o zaman.

Buranın en modern arabalarıydı. Bir gün arka koltukta bizde

çalışan bir arkadaş oturuyor. Dedi ki “Sakla, düşeceğim!” Neyi

saklıyayım? Dikiz aynasından baktım, her taraf kapalı, nereye

düşecek bu adam? Anladım ki bu adam bir şey yapmak istiyor.

Sinyal verdim, sağa çektim. Açtı kapıyı, iyi akşamlar diledi, gitti.

Meğer, “Dur, ineceğim,” diyormuş. Bunun üstünden 17 yıl geçti.

Artık her şeyi anlıyorum tabii. Ben ilk geldiğimde Bakû’da halk

Azerice değil, daha çok Rusça konuşuyordu. Benim Azeri bir ev

sahibim vardı, bir kelime bile Azerice bilmiyordu. Şimdi ise te-

levizyonlar sayesinde, Türk dizileri sayesinde herkes benden iyi

Türkçe konuşuyor.