Previous Page  40 / 40
Information
Show Menu
Previous Page 40 / 40
Page Background

Anılarda kalanlar

1988 yılı ortalarında Bakanlar Kurulu’ndan Tekfen Yatırım ve Fi-

nansman Bankası’nın kuruluş kararı çıkmış, yönetim kadrosu-

nun oluşturulmasına yönelik çalışmalara başlanmıştı. Yönetim

kadroları arasında bankacılık konusunda deneyimli kimse mev-

cut olmadığından, banka müdürünün dışarıdan bulunması gün-

deme gelmişti. O günlerde Toros Gübre’de bütçe ve finansman-

dan sorumlu olan Mehmet N. Erten, bu sürecin devamını ve

bankanın başına nasıl getirildiğini şöyle anımsıyor:

İçim içime sığmıyordu, fakat kimse de bana bu konuda bir görev ver-

miyordu. Erhan (Öner) Bey, “Sen olsan bu bankanın genel müdürü

kim olur?” dedi. Ben iki isim verdim, “Şu iki kişi bizim yapımıza uyar,

ama birinci tavsiyem bu kişidir,” dedim. Bir yandan ona yön veriyo-

rum, Erhan Bey’e de bilgi aktarıyorum bu kişinin performansıyla ilgi-

li. Adaylarla görüşmeler yapıldı, ama bir yere geldi tıkandı. Ben de

arkadaşıma dedim ki “Kusuruma bakma, ben bu noktada artık sana

daha fazla yardımcı olamayacağım, çünkü öyle görünüyor ki eğer dı-

şarıdan bir genel müdür olmazsa, adaylardan biri de benim herhalde.”

Çünkü Erhan Bey’in bazı davranışlarından bunu hissetmiştim. Bir

gün Toros’ta bir toplantıdayız, Erhan Bey, Esin (Mete) Hanım, ben,

vs. Erhan Bey telefonu aldı, belli ki patronlardan biri arıyor. “Peki!”

deyip kısa bir konuşma yaptı ve kapattı telefonu. “Toplantımız bitti,

sen kal,” dedi. Ardından, “Görev sana verildi,” dedi. Şu an bile o günkü

heyecanı hissedebiliyorum.

Erten’e genel müdürlük görevi verildiği sırada, bankanın genel

merkezi için Elmadağ’da eski bir İtalyan konağı kiralanmıştı.

Bina kısa zamanda temizlendi, düzenlendi, o sıralarda faaliyetine

son verilmiş olan bir grup şirketinden çıkan eşyalarla döşenerek

hazır hale getiridi. Tüm kadro içinde en heyecanlı olan kişi, hiç

şüphesiz Mehmet N. Erten’di:

Mayıs (1989) ortalarında Elmadağ’daki binamıza yerleşecek hale gel-

miştik. Oraya gittim, binanın ortasında üç kat çıkan ahşap bir merdi-

ven vardı, oradan yukarı doğru baktım ve kendi kendime, “Hadi baka-

lım Mehmet, bu işi becerebilecek misin?” dedim. Böyle besmeleyle işe

başladık. 13-14 kişiydik, elimizde program yoktu, benim hiç bankacı-

lık tecrübem yoktu. O güne kadar hep masanın öbür tarafında otur-

muşum, mutfağını hiç bilmiyorum. Bu şekilde arkadaşlarla adım

adım ilerledik ve 8 Ağustos 1989’da faaliyete başladık.

Türkiye’de bankacılık yapmanın en güç tarafı, belirli aralıklarla

çarpan ekonomik krizlerden hasar almadan çıkabilmekti. Tekfen-

bank’ın bu yöndeki ilk büyük deneyimi, 1994 kriziydi:

Yanılmıyorsam 14 Ocak günüydü. Merkez Bankası’nın kur belirleme

saati geçti. İstanbul dışındaydım ve bir haber geldi, “Merkez Bankası

kuru açıklamıyor,” diye. “Eyvah, bela geldi!” dedim kendi kendime. İlk

devalüasyon o gece yapıldı. Kayak tatilindeydim ve yanımda o zaman

Finansbank’ın genel müdürü Ömer Aras vardı. Ben bir yandan hazine

ile konuşuyorum, ne oluyor, ne bitiyor, bize etkisi nedir, ne kadar zayi-

at vereceğiz, ne yapacağız diye; Ömer de kendi bankasıyla ve patronu

Hüsnü (Özyeğin) Bey’le konuşuyor. Ömer, konuşurken Hüsnü Bey’e

benim de yanında olduğumu söylemiş. Onun üzerine Hüsnü Bey de-

miş ki telefonda, “Siz ikiniz orada kalın, kayak hocalığı yapın. Bundan

sonra bankacılık yok zaten!”

Buna rağmen Tekfenbank, 1994 ve 2001 krizlerini başarıyla atla-

tabildi. Erten’e göre bunun sırrı, bankanın her zaman maceracı-

lıktan uzak ve dengeli bir yönetim tarzıyla idare edilmesiydi:

Krizlerin her biri ders vermiştir bize; her biri bir şeyler öğretmiştir.

Ama bu krizleri yönetirken fırsatları hep kendi gücümüzün ölçüsün-

de, bilançomuzun ve sermayemizin gücünü aşmadan kullandığımız

için zor günlerde dayanma gücünü rahat bulmuşuzdur. Bu grubun

verdiği en önemli terbiyelerden biri de budur. Aldığımız kararlarda

hep kendi gücümüzün sınırlarını üst sınır olarak koymuşuzdur. Çünkü

bizim anlayışımızda bir banka, bilançosu kadar güçlüdür, onun gücü

kadar iş yapar. Ama Tekfen’i bir manevi güç olarak hep arkamızda

hissettik.