

19
D’épique
Epik bir şantiye hikâyesi bekliyorsanız, yanlış adrestesiniz. Bu satırlar
“goyu gavi... açık mavi...” sloganlarını üretmiş topraklara ithaf edilmiştir.
Bizde işler “depik doplantıları”yla başlar. Ecnebiler buna “kick-off mee-
ting” türü süslü etiket bulmuş. Zaten aramızdaki en önemli fark da bu
değil mi? Biz yapıyoruz onlar paketliyorlar. Heyhat! Malı satıp da parayı
kazandıran da o ambalaj zaten. Neyse, konumuz neden
E
vitamini ve
P
a-
rayı onların kazanıp, bizim
C
eremesini çektiğimiz değil. Demek istediğim,
“depmek” eylemi, yapım gruplarının sıkça kullandığı bir şeydir. Bizde 18
yaşından gün almış her Türk erkeğinin otomatikman haiz olduğu iki bilgi
“beton dökmek” ve “futbol”dur. Hikâyemiz de bunlar üzerinedir.
Türkiye’ye yakın yüzölçümü olan Fas’ın yarısı Batı Sahra çöllerine gitse
de, kalan yarısı oldukça güzeldir. Bir kere Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in
buluştuğu, ama birbirine bulaşmadığı Cebelitarık dünyada kaç ülkeye na-
sip olabilir ki? Fas’ta iklim ılımandır; senenin büyük kısmında etraf yem-
yeşildir. Öyle ki kasım ortasında açan çiçeklere ve pırıl pırıl güneşe bakıp,
bahar sarhoşluğuna kapılabilirsiniz. Sonbahar renklerine, buğdayla-
rın sarıya gönül verdiği mayıs ve güneşin kavurduğu ağustos ayları
dışında pek rastlamazsınız.
Biz birinci geleneksel (!) futbol turnuvamızı düzenlemek için, dı-
şarıdaki bahar kesitlerine pek aldırmadan, sabırla Saatli Maarif
yapraklarının arasından Hızır Aleyhisselam Efendi’nin esinti-
sini bekledik. “Bir futbol turnuvası düzenlesek” mırıltılarının,
“Ne? - Nerede? - Nasıl? - Ne zaman? - Niçin? ve Kiminle?” (5N1K)
tınısına terfi edebilmesi üç ay kadar sürdü. İdare, kontrol teş-
kilatı ve taşeronları da kapsayan bir organizasyon için epey
beklemek gerekti.
Kampımızda oldukça büyük bir futbol sahamız olsa da, toprak
zeminde törpülenmek yerine, kayarak müdahalenin mümkün
olduğu Mazagan Oteli’nin yeşil çimlerinde bu işin daha başarılı
olacağına kanaat getirdik. Duyuruların dört bir yana asıldığı mayıs
başında, tam da maç öncesi, “Neden benim haberim olmadı?” ser-
zenişlerinin yükselmesi gayet normal karşılandı. Turnuvaya katıla-
cak sekiz takım çıktı. Dörtlü gruplara ayrılarak, Şampiyonlar Ligi
formatında grup maçları ve ardından yarı final ile kupaya giden
bir yol çizildi.
Özellikle ilk maç öncesi ofislerde ayakkabı, forma ve bilumum
futbol malzemelerinin denenmesi, topların sertliği ile “Ben
de gençliğimde iyi oynardım” yumuşaklığı hoş bir karma
yarattı. Çocuklarının ders dışı bir konuda konsantrasyo-
nuna gösterilen ebeveyn tepkisi misali, bizler de ofisler-
deki mühendislere,“Yahu, şu turnuvaya gösterdiğiniz
ilginin yarısını işe de gösterseniz ya!” klişesini ıskala-
madık. Aslında, ne yalan söyleyeyim, benim en büyük
endişem, sakatlık ve maçı kazanmak uğruna kavga edip işi kaybetmekti.
Fakat şantiyeler icraattan korkanlar için uygun yerler değildir. O nedenle,
“Ya nasip!” diyerek harekete geçtik.
İlk maçlar, Türkiye’deki lig düğümünün çözülmesine iki maç kalan bir
pazar günü başladı. Mazagan Oteli, Jadida bölgesindeki yegâne lüks sınıf
turistik otel olmasının ötesinde, çok büyük bir araziyi kapsaması, içinde
golf sahaları, ağaçlık bölgeler ve futbol sahaları barındırması sebebiyle
tartışmasız en iyi alternatifti. Haftanın yegâne uyunabilecek gününü feda
edip, sabahın erken saatlerinde buluştuk. 20 civarı futbolcumuz, Faslı me-
sai arkadaşlarımız, aileler ve diğer Türk çalışanlarla 50-60 kişilik bir ekip
oluşturmuştuk. Otele sapan yolun başıyla resepsiyon arasının 4 kilometre
olduğunu belirtmem, otelin büyüklüğü hakkında bir fikir verecektir. Sene-
nin her ayı yeşil ve çiçek arazilerine sahip olan otelin futbol sahaları da,
değme stadyumlara taş çıkartacak düzgünlükteydi.
Sahaya ulaştıktan sonra, ısınan JESA (Kontrol) takımı ile çimlere uzan-
mış Tekfen takımları, hoş bir tezat oluşturdular. Fakat bizim tekmelik,
DAP Proje Müdürü Attila Şaylan,
KAZABLANKA’dan bildiriyor:
eldiven, bandaj ve kaptanlık bandına kadar düşünmüş olduğumuz tüm
detaylar ve kadronun kalabalıklığı, rakibin moralini bozmaya yetiyordu.
Canlı renkleriyle hakem üçlüsü de olayın ciddiyetini pekiştiriyordu. Saha-
nın boyu yaklaşık 100 metre olup bende, “Bu kadar geniş kadroyla ikinci
yarıda onlar bayılır, bizimkiler golleri sıralar” düşüncesini uyandırdı.
Maç başlayınca, gerek antrenman eksikliği, gerek oyuncuların birbirlerini
tanımaması yüzünden ilk yarı pek zevkli geçmedi. Ama yine de, rakibin
hücuma kalktığı bir anda kaptırdığı top sonucu tek pasta pozisyona giren
Taşeron Kontratlarından Sorumlu Mühendisimiz Altuğ, hesabı kesiver-
di. Bundan sonraki kısmın daha rahat geçeceğini düşünenler, Muhasebe
Şefimiz Özcan’ın,“Hani bunun faturası, Oracle belgesi?” derken kaptırdı-
ğı topla devrenin son dakikasında golü yiyince, yanıldıklarını anladılar.
İkinci yarıda çok daha diri kalan takımımız, adeta tek kale sürdürdüğü
maçta ikisi direkten dönen, bolca ıskalanan ve direği sıyıran şutlar so-
nucu maçı berabere bitirmekle yetindi. Yönetim açısından, sakatlık ve
kavga olmadan, berabere biten bir maçtan daha iyisi düşünülemezdi. En
önemlisi, farklı millet ve şirketlerden insanlar, dünya gibi yuvarlak bir
cismin etrafında buluşmuş ve işin stres ve sıkıntılarını sporun teriyle
soğutmuşlardı.
İkinci hafta takımlar artık birbirini tanımışlardı. OCP
(İdare), kadrosunda üç bin kişi çalıştırmanın verdiği
avantajla her hafta başka bir takımla sahaya çıkıyor-
du. JESA ise bu haftaki maçlarda sinirlerine hâkim
olamamış ve kırmızı kartlarla tanışmıştı. Biz ise ilk
galibiyetimizi tek golle aldık. Sahada yüzlerini gör-
mediğimiz gençlerden oluşan taşeron takımları, hem
enerjileri hem de lisanslı futbolcularıyla göz korku-
tuyordu. Ciddi bir sakatlık olmadan
turnuvanın başarıyla devam etmesi
sevindiriciydi.
Üçüncü hafta, yarı final oynayacak
takımlar belli olacaktı. Biz finalde
O C P
ile oynamayı arzuladığımızdan, skoru
kendimiz belirlemek istedik ve gördük ki sonucu
ayarlamak çok zor bir şeymiş. İstediğimiz alalım
derken, az kalsın son dördü tehlikeye atıyorduk. Şim-
di sıra OCP’deydi. Neyse, bugüne kadarki kadrolarıyla
maçı kazanma ihtimalleri olmadığını fark etmiş olma-
lılar ki, futbol oynamış gençlerden seçtikleri bir onbirle sahaya çıktılar ve
isimlerini yarı finale yazdırdılar.
Son hafta, cumartesi günü yarı finaller oynandı. Biz yenildik (neyse ki kay-
bettiğimiz takım şampiyon oldu). OCP ise futbolcu takviyeli kadrosuyla
finale yükseldi. Pazar gününün öğleden sonrası ise tam bir şenlik havasın-
daydı. Sadece finale kalan takımlar değil, diğer tüm ekipler ve çoluk ço-
cuk gelen insanlar, pırıl pırıl bir gökyüzü altında gerçekten unutulmaz bir
gün yaşattılar hepimize. Getirdiğimiz müzik düzeni, şemsiyeler ve banklar
dışında Osman Bey’in yönetimindeki çiğ köfte ekibi, Faslı dostlarımızın
damağında unutulmaz bir tat bıraktı. Otelin ikramları, kupa töreni ve ar-
dından hep birlikte çektirilen fotoğraflar, anıları ölümsüzleştirdi.
Şantiyelerde onca fedakârlık ve zorluklar arasında işler bir şekilde biti-
yor; ama bizler de bitiyoruz. Yıllar geçince kimse ne günlük problemleri,
ne metrajları, ne de ilerleme raporlarını hatırlıyor. Anılarda kalan sadece
böylesi anlar oluyor. O nedenle nadiren yaşanan güzellikleri içimize sin-
dirmekten utanmamalıyız. Kutlamayı bilmek de çok önemli bir yetenektir.
İlk dört derece mi? Boş verin canım, gönül sohbet ister, futbol bahane...
OCP de bizim gibi olgunluk gösterip finali, ceza sahaları önünde faullü
bir top kaybı sonrası yedikleri golle kaybetti. Bizim ekip ise üç penaltıdan
birini bile gole çeviremeyince, 3-1 yenilerek şerefli bir dördüncülük aldı.
Attila Şaylan, Mayıs 2012, Kazablanka
ŞEREFLİ DÖRDÜNCÜLÜK
Tekfen’in Fas’ta DAP projesi kapsamında düzenlediği futbol turnuvası,
ardında sportif bir başarı değilse bile hoş anılar bıraktı. Kıran kırana
geçen maçların ardından düzenlenen kupa töreni, dostluğun öne çıktığı
bir şenlik havasında yapıldı. Maçların rövanşı ise gelecek seneye kaldı.