Toprağın Sesine Kulak Veren Bir Belgesel: “TOPRAK ANA”
15 ilde gerçekleştirilen çekimler sonucunda hazırlanan 8 bölümlük belgesel dizi Toprak Ana, projenin koordinatörü Savaş Karakaş’a göre toprağın uzun hikâyesini anlatmaya yönelik bir ilk adım.
İZ TV’nin uzun soluklu belgeseli “Sudaki İzler”in yapımcıları, Toros Tarım’la güçlerini birleştirdi ve Prof. Dr. Habil Çolakoğlu’nun danışmanlığında Türkiye’de tarım üzerine çok önemli bir belgesele imza attı. 8 bölümlük belgesel dizi Toprak Ana, geçtiğimiz aylarda İZ TV’de ve kimi yerel televizyonlarda yayınlandı. Prof. Dr. Habil Çolakoğlu ve projeyi hayata geçiren ekip, Toprak Ana hakkında sorularımızı yanıtladı.
Toprak Ana projesi nasıl ortaya çıktı?
Savaş Karakaş: 2006 yılında İZ TV kurulduğunda, “Sudaki İzler” adında bir kuşak başlatmıştık. Halen de devam ediyor. Zaman içinde, suyun hikayesini anlatan, deniz tarihine gönül vermiş ve bu konu etrafında belgesel hazırlayan iyi bir ekip oluştu. Bu, gerçekten çok severek yaptığımız bir iş. Diğer taraftan, benim uzun yıllardır Toros ailesiyle kurmuş olduğum ilişkide, özellikle “Bereket” toplantılarında çok güzel bir sinerji yakalamıştık. İZ TV tarafında üreten, birbirini anlayan, iyi bir dil yakalamış bir ekip; Toros tarafında da hakikaten toprağı koruma ve daha çok verim alma arzusu olunca, bir araya gelmemiz hiç de zor olmadı. Televizyon programları, hep bir yapımcının kazancı üzerine kurulur. Ama toplumun da yapılanlardan bir şey kazanması lazım. “Sudaki İzler” böyle ortaya çıkmıştı, “Toprak Ana” da böyle ortaya çıktı. Toros, çiftçilerin refahını artırmaya çalışan bir oyuncu. Çok önemli bir iş yapıyor. Onun icin güçlerimizi birleştirdik ve biz de bir anlamda “sudan toprağa” geçmiş olduk. Biraz da toprağın hikayesini, toprakla uğraşan insanların hikayesini anlatalım dedik.
Formata nasıl karar verdiniz?
Savaş Karakaş: Burada cok önemli bir avantajımız vardı. Bereket bayi toplantılarında, bayilerden gelen sorulara Habil (Çolakoğlu) Hocamın öyle cevapları oluyordu ki, insanların doğru bildiği pek çok şeyin nasıl yanlış, yanlış bildikleri pek çok şeyin nasıl doğru olabildiğini görüyorduk. Bunun, sadece kapalı toplantılarla sınırlı kalmaması lazımdı. Daha geniş kitlelere ulaşması lazımdı. Türkiye’de tarımla uğraşan pek çok insan var. Onlara bu bilgiyi ulaştırma sorumluluğumuz var. Çünkü bunun hakikaten ülkemizin inanılmaz yararına olduğunu görüyorsunuz bir noktada. Böylece Habil Hocamız da işin içine girdi ve belgeselin temel direği oldu.
Habil Çolakoğlu: Toprak Ana dizilerindeki birinci amaç, ülkemizdeki üreticiyi bilgilendirmek. Tarımda, birim alandan alınan ürünün miktarının ve kalitesinin artırılması şart. Bizim ülkemizde 24 milyon hektar işlenebilir tarım arazisi var. Nüfusumuz ise bunun üç katı. Arazimiz artmadığına göre, erozyonla da çok büyük toprak kayıpları olduğuna, hatalı sulamalardan dolayı tuzlanmalar meydana geldiğine göre, bizim çiftçimize “iyi tarım uygulaması” dediğimiz yöntemleri öğretmemiz gerekiyor. Ana ürünümüz buğday. Gün geliyor, yurtdışından buğday ithal ediyoruz. Yani daha çok üretmemiz lazım. Verimi ise en çok artıran şey gübredir. Hangi tarım alanına giderseniz gidin, gübreli ve gübresiz tarım arasında yüzde 50 fark vardır. O zaman biz gübreyi doğru kullanmayı, ilacı doğru kullanmayı, aşırı ilaçlamadan kaçınmayı ve sertifikalı, kaliteli tohum kullanmayı, iyi toprak işlemeyi göstermek suretiyle en yüksek verimi almalıyız.
Sibel Göloğlu Mesci: Toprak çok önemli bir unsur hayatımızda, ama ne yazık ki kıymeti bilinmiyor. Herkes bilgisayarının başında çalışıyor, bütün ilişkiler neredeyse bilgisayara bağlanmış durumda. Ama kanal olarak da, ekip olarak da biz, bunu reddeden bir yapıdayız. Tabii ki teknolojinin nimetlerinden faydalanıyoruz, ama hayatın merkezi teknoloji olamaz. Olmamalı, çünkü teknolojiyle karnımızı doyuramayız. Önemli bir sosyal sorumluluk olarak görüyoruz bunu. Aslında yayıncılık da öyle bir şey bence. Her ne kadar ulusal yayın yapan bir sürü kanal bunun sorumluluğunu taşımasa da! Eğer bir şeyler yayınlıyorsanız, insanlara biraz da bir şeyler öğretmeniz lazım, ufuk açmanız lazım. Biz bu bakışla yola cıktık. Bizim kendimiz için de çok önemliydi bu proje. Film yapmak, belgesel yapmak meraktan geliyor. Önce siz merak edeceksiniz. Öğreneceksiniz ve öğretmeye çalışacaksınız.
Tarımda sabitleşmiş bazı fikirleri değiştirmek kolay değil.
Sibel Göloğlu Mesci: Doğru. Çiftçi bu işin odağında, ama birçoğu atadan, dededen nasıl gördüyse öyle yaşıyor. O yüzden uzun bir ön çalışma yaptık. Bu çok önemliydi, cünkü neyi, nasıl vereceğiniz çok önemli. İnsanları yakalamanız gerekiyor. Bunu biraz da müziklerimizle, görüntülerimizle yapmaya çalıştık. Biraz tarladaki, bahçedeki çoluk çocukla, göz hizasında olmaya çalıştık ki dikkatlerini çekebilelim.
Habil Çolakoğlu: Çiftçiye olabildiğince doğrudan bilgi vermeye gayret ettik. Mesela bitkiler, vitamin ya da element noksanlıklarını yapraklarında gösterirler. Bitkilerin o bölgelerini çekerek, sorunu doğrudan çiftçiyle paylaştık. Ben kameraman Serdar Bey’e çok teşekkür ediyorum. Gerçekten bu tür çekimleri çok güzel yaptı. Bu çok önemliydi, çünkü yirmi defa söylesen üreticinin bir kulağından girip diğerinden çıkar. Ama bir kez gözüyle gördüğü zaman iş biter.
Çekimler ne kadar sürdü?
Sibel Göloğlu Mesci: Nisanda başladı toplantılarımız. Mayıs sonrası da çekimler başladı ve kasıma kadar sürdü. Ama sadece bu süreyle sınırlı kalmadık, çünkü daha önce yaptığımız cekimlerden kalan ciddi bir arşivimiz vardı. Onlardan kullandığımız görüntüler de oldu. Normalde, “Biz sekiz ayda sekiz bölüm bitirdik,” deseniz, kimse inanmaz. Çünkü böyle bir şey mümkün değil aslında. Peki biz nasıl yaptık? Biraz Habil Hocamın yardımları, biraz da bizim ön çalışmamız sayesinde.
Habil Çolakoğlu: Ülkemiz o kadar farklı iklim şartlarına sahip ki bir yerde hasat varken, başka bir yerde o bitkide daha çiçeklenme dönemi olabiliyor. Buğday buğdaydır, ama Konya’da buğdayı ağustosun 15’inde ekersin, Kars’ta nisanın başında. Bunları bilmemiz, bizim daha kısa sürede, birkaç yıllık bir çalışmayı yapabilmemizi sağladı.
Çekimlerin nerelerde yapılacağına nasıl karar verildi? Bunun için nasıl bir çalışma yaptınız?
Sibel Göloğlu Mesci: Ürün bazlı yola çıktık öncelikle. Planlamayı o şekilde yaptık. Hangi ürünleri ön plana çıkarıp, hangisinin üzerinden gidilmesi gerektiğini belirledik ve programımızı ona göre oluşturduk. Çünkü her bir ürün için ayrı bir çalışma gerekiyordu.
Savaş Karakaş: Bazı ürünleri iki-üç farklı bölgede büyüteç altına aldık. İlk başta projeyi bölgesel bazda yapalım, her bölgeyi kendi içinde inceleyelim demiştik. Fakat her bölgede, aynı ürün için farklı sıkıntılar yaşanabiliyor. O yüzden bölgeye değil, ürüne odaklanmayı seçtik.
Banu Acar: Çekimlerin organizasyonunu Habil Hocamızla beraber yapıyorduk. Sabah 3’te, 4’te kalkmış oluyorduk ve en erken ucuş hangisiyse, onunla gidiyorduk. Doğrudan tarlaya götürüyorlardı bizi. Akşama kadar da tarlada çalışıyorduk.
Hakan Sayar: Tarımda organize olmak diğer sektörlerde organize olmaya benzemiyor. İnanılmaz zor! Örneğin çiftçiyle anlaşıyorsun, “Üç gün sonra hasat yapacağız,” diyorsun. Çiftçi, üç gün sonra bir yağış beklentisi olacağını görünce, sana sormadan bir gün önceye alıyor hasadı. Sen gittiğinde hasadın büyük bir kısmı tamamlanmış oluyor. Senin ideal çekim ortamın da bir anda ortadan kalkmış oluyor. Yeni arazi bulacaksın, yeni biriyle anlaşacaksın. Çok zor. Ben kendi adıma konuşayım, Habil Hocamın yaptığı bu organizasyonu, bu düzende yapamam. Herkesi çok iyi tanıyor olmasının yanında, çok iyi uyum sağlayan bir ekiple birlikte hareket ederek başardı bu işi.
Savaş Karakaş: Bu iş belki bir sene içinde konuşuldu, imzalandı ve teslim edildi, ama aslında bir senelik bir iş değil. Hocamın elli senelik birikimini koyması çok önemliydi. Bizim de ekip olarak altı senedir Türkiye’de gitmediğimiz yer kalmadı. Her şeye sıfırdan başlayalım denseydi, açıkcası ben cesaret edemezdim.
Habil Çolakoğlu: Kişisel kanaatimi söyleyeyim; sekiz ayı aşkın süreyle canla başla, hepimiz birlikte görev aldık. Gün geldi sabah ezanından önce yola çıktık, gün geldi gece yarılarına kadar tarlalarda çalıştık.
Bu kadar geniş alana yayılan bir çalışmada lojistik organizasyon ve desteği nasıl sağladınız?
Habil Çolakoğlu: Gerçekten de sekiz bölüm için on beş farklı yer gezmişiz. Kimin çiftliğine gidelim, kimin tarlasına gidelim noktasında bayilerin çok büyük yardımı oldu. Eksik olmasınlar, bayilere teşekkür ediyorum. Ekibimize yemek masrafı bile yaptırmadılar. Tabii bunun yanında diyelim ki şeftali hasadı yapıyoruz, kasa kasa şeftali geliyor. Kiraz zamanı yine kasalarla kiraz veriyorlar. Bir kısmını alamadık tabii.
Hakan Sayar: Her noktada gönüllü katkılarını esirgemeyen bayilerimiz oldu. Hatta haberi olmayan bayiler, daha sonra serzenişte bulundular, “Niye biz de katkıda bulunamadık?”Submit diye. Biz de aslında bütün bayilerimizi çalışmanın icine katmak isterdik, ama bu tabii ki mümkün olamadı. Yine bu vesileyle, bizzat Toros çalışanlarının da desteğini zikretmeden geçmemek lazım. Çalışmalarımız sırasında birçok kişiden bire bir destek aldık.
Önemli bir sorunla karşılaştınız mı?
Habil Çolakoğlu: En büyük problemi hasatlarda yaşadık. Diyelim ki sizin 500 dekarlık bir mısır tarlanız var. Ama mısır hasat makineniz veya biçerdöveriniz yok. Mecburen dışarıdan kiralıyorsunuz. O da dekar başına ücret alıyor. Biz ne yapıyoruz? “Dur!” diyoruz, makine duruyor. “Git!” diyoruz, gidiyor. Siz o makineyi, biçerdöveri kullanan kişi olun; patronunuza karşı sorumlusunuz. Günde 100 dönüm hasat edeceğinize, 20 dönümde kalacaksınız. Bu tabii bazı sıkıntılara yol açtı.
Savaş Karakaş: Üretim yapan insanlar çok yoruluyorlar, ama onları takip etmek, onların neler yaşadığını filme almak da hakika ten en az onun kadar zor. Biz, çalışma süresince, onların yaşadıkları zorlukları, sıkıntıları, bire bir onlarla birlikte yaşadık. Bazen bir yağmur, bir sel macera gibi geliyor insana. Ama böyle şeyler, üretici için hiç şaka değil. Antalya’da dolu yüzünden seracıların başına gelenleri yerinde gördüğümüz zaman, o görüntüler hepimizin aklında farklı bir şekilde kaldı. Bu tür doğa olayları, bazı çekimlerimizi de olumsuz etkiledi. Mesela, Tarla Günleri’nde “SOS” diye bir mesaj geldi. Meğer her yanı su basmış.
Sibel Göloğlu Mesci: Adana Tarla Günleri’ne biz bir gün önceden gittik. Önce her şey yolunda. Bir de o kadar büyük, o kadar güzel bir organizasyon olduğunu hiç tahmin edememişiz. Biz de heyecan içindeyiz. Ama sabah dendi ki “Tarla tamamen su altında. Araç girişi mümkün değil.” Ana yoldan bir yerden tarlaların arasına sapılıp, oradan çekim yapacağımız yere geçilecek. Koca bir tarlayı geçip fuar alanına ulaşmamız lazım, ama dize kadar su var. Yol felç, kimse tarım alanına inemiyor. Yolda bırakmışlar araçları, geçemiyorsunuz da. En sonunda bir pikaba bindik. Arkadaş dedi ki “Ben geçerim bu yolu.” Herkes bize bakıyor, ne yapıyor bunlar diye. Rampadan tarlaya indik ve çok ilginçti, arkadaş hiç durmadan, tam tersine hep çok gaz verip zikzaklar çize çize kendini hizaladı. Traktörler bekliyor arkamızda, bakalım nerede çakılacaklar diye. Ama biz kapıya kadar gitmeyi başardık. Neyse ki sonra hava da açtı.
Banu Acar: Benim gözlemlerime göre tarımın en zor ve güç yapıldığı bölgeler Adana ve Ceyhan. Ceyhan’a pamuk hasatı icin gittiğimizde Ekim ayıydı ve hava sıcaklığı 30 dereceydi. Türk kadının ne kadar çalışkan olduğunu bu projede bir kez daha görmüş olduk. Tarlada, bağda, bahçede çalışan kadın sayımız, erkeklere oranla çok daha fazlaydı. Kadınlar çalışırken çocuklar da bir tarafta oyun oynayarak annelerinin işlerinin bitmesini bekliyorlardı. Hiç okula gitmemiş birçok çocuk olduğunu görmek benim içimi acıttı.
Habil Çolakoğlu: En güzel görüntüyü çay hasadında yaşadık. Rizeli kadınlar çay hasat ediyorlar. Banu kızımızı beğendiler, başına bir şey gecirdiler. O da başladı hasat yapmaya. Fakat tersten yapıyor. “Olmaz,” dediler, “Böyle yapacaksın.” Yarım saat falan uğraştı, tabii kolları koptu.
Banu Acar: Kadınlar uzun kollu giysilerle çalışıyorlar. Tabii yaz olduğu icin biz kısa kollular giymişiz. Ben de diyorum ki “Allah Allah! Bu sıcakta niye böyle giyiniyorlar?” Meğer bir sebebi varmış. Çayların arasına girince kaşınmak ne kelime, bir hafta kabardım, her tarafım kızardı. Küçük küçük sinekler var. Isırmadık yer bırakmamışlar. Ama Sibel ve ben bağda, bahçede yetişmiş insanlarız. Mesela, bizim bahçemiz vardı. Babamla ekerdik, biçerdik, ağaçlık nasıl olur, meyveler nasıl toplanır, hepsini biliyordum. Sibel de öyle. Köyü İstanbul’da olduğu için o da bahçe işlerine yatkın. Onun icin çok severek çalıştık.
Toprak Ana projesinin devamı niteliğinde çalışmalar yapmayı planlıyor musunuz?
Hakan Sayar: Hocam bazen bazı yeni fikirler üretiyor, geliyor, konuşuyoruz nasıl yaparız diye. Toprak Ana’nın etkisini yavaş yavaş yitirdiği bir dönemde, yeni bir projeyi daha devreye sokmak ve sürekliliği sağlamak istiyoruz. Bunu konuşurken, şunu da atlamamak lazım; projenin başlangıcında Savaş Bey’in bilgisi, Habil Hoca’nın fikirleri bir yana, bu işin finanse edilebilmesi açısından yönetimin böyle bir çalışmaya istekli olması ve onay vermesi de çok önemliydi. Esin (Mete) Hanım’la proje hakkında görüşmek üzere hep beraber bir gün randevu alıp gittiğimizde, Esin Hanım hemen, “Bu projede olmalıyız,” dedi. Yere sağlam basan bir projeyle, kendimizi doğru ifade ettiğimiz ölçüde yönetimin ciddi desteği olduğunu görüyoruz. Bundan sonra üreteceğimiz çalışmalarda da aynı yolu izleyeceğiz. Yine bu ekiple, çok daha farklı projeler gerçekleşebilir.
Savaş Karakaş: Bu proje bize inanılmaz bir motivasyon sağladı. Her zaman, “Nasıl yapacağız, yöneticileri nasıl ikna edeceğiz?” diye uğraşırken bu kez tam tersine, yönetimi resmen arkamızda bir itici güç olarak hissettik. Hepimiz için güzel bir deneyimdi esasında. Sonunun da böyle iyi olması, yani memnun olunması çok güzel. Ben bunu bir başlangıç olarak görüyorum esasen. Bu çalışmayı tamamlayacak yeni fikirlere her zaman açığız.
Televizyonda izleyemeyenler filmlere internetten de ulaşabilecekler mi?
Hakan Sayar: Bu konuda hazırlığımızı yaptık. Web sitemize filmlerimizi yerleştireceğiz. Ayrıca YouTube’da da paylaşmayı düşünüyoruz filmlerin belirli bölümlerini. Ama bu uzun bir yayın; 35-40 dakika arasında her bölüm. Bunu nasıl yapacağımıza bakacağız. Ayrıca filmi edinmek isteyenler bize başvurdukları takdirde, onlara da mutlaka ulaştıracağız.
Savaş Karakaş: Bu vesileyle şunu da söylemek istiyorum. Buradaki ortak çabanın üzerine kendisi de bir şeyler koymak isteyen, filmi yayınlamak amacıyla katkı sağlamak isteyen herkes bence Toros’la temasa gecmeli. Çünkü biz önemli bir amaç için yola çıktık. Burada herkesin katkısı çok önemli.