Hishtil-Toros’tan Üreticilere “Güvenli Fide"
Toros Tarım’ın fidecilik alanında faaliyet gösteren iştiraki Hishtil-Toros Fidecilik A.Ş., tarım sektörünün standart ve kaliteli üretim için ihtiyaç duyduğu fideleri üretmek amacıyla 1999 yılından beri faaliyet gösteriyor.
Bugün Antalya’da 50 dönüm büyüklüğündeki teknolojik donanımlı seralarında yılda 80 milyon adet normal fide ve 15 milyon adedin üzerinde aşılı fide üretimi yapan Hishtil-Toros Fidecilik A.Ş., son yıllarda Türkiye’de sıkça görülmeye başlayan bitki hastalıklarına karşı örnek teşkil edecek adımlar atıyor. Şirketin Genel Müdürü Alper Tevs, yaptıkları çalışmalar ve son yenilikler hakkındaki sorularımızı yanıtladı.Tevs’in anlattıkları, sağlıklı bir fide üretmenin, bilinmeyen yönleriyle ne kadar ayrıntılı ve zorlu bir iş olduğunu da ortaya koyuyor.
Bize Hishtil-Toros Fidecilik’in kuruluşu ve faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Hishtil-Toros, özet olarak fide üretimi yapan bir kuruluş. Artık Türkiye’de sebzecilik tarımında büyük ölçüde hazır fide kullanılıyor. Eskiden çiftçiler kendi fidelerini pek de uygun olmayan şartlarda yetiştirmeye gayret eder, sonra da tarlalarına veya seralarına dikerlerdi. Ortaya çıkan fideler homojen olmadığı gibi kayıplar da fazla olur, gerekli fide adedi genellikle sağlanamaz, üretimin ileri aşamalarında dengesizlikler ve hasat kaybı yaşanırdı. Şimdi ise bizim gibi firmalara sipariş verip, tek boy ve istenilen sayıda bebek bitki alıp tarlalarına, seralarına dikiyorlar. En basit anlamıyla bizim işimiz bu fideleri yetiştirmek. Burada yabancı bir ortakla hareket ediyoruz. Ortağımız Hishtil, 1995 yılından bu yana Türkiye’de faaliyet gösteren bir firma. Bu işi 40 yıldır yapıyorlar. Amerika’da öğrenmişler, teknolojiyi alıp İsrail’de geliştirmişler. Ülkelerinde pazara hâkim olduktan sonra, “Yurtdışında know-how’ımızı nasıl değerlendiririz?” diye arayışa çıkmışlar ve ilk duraklarından biri Türkiye olmuş. Türkiye’deki operasyonlarına önce başka bir firmayla başlamışlar. 1999 yılından bu yana da iş, Toros ortaklığı altında yürütülüyor.
Türkiye’deki diğer gübre üreticileri arasında bu alanda faaliyet gösteren başka firma var mı?
Hayır, yok. Toros Tarım, temel işi gübre olsa da, tarım sektöründe tüm girdileri kucaklayan bir firma. Mesela tohum faaliyetleri fidecilikten de eski. Tarımsal girdi olarak düşünecek olursak, fide de tohum gibi çok önemli, hatta tohumla iç içe bir konu.
Bunu biraz açar mısınız?
Öncelikle fidenin bir tanımını yapmak lazım. Fide, deyim olarak, bir yıl içerisinde ekilip hasadı yapılan ürünler için kullanılıyor genellikle. Hemen tüm sebze türleri bu şekilde yetiştiriliyor. Ayrıca karpuz, kavun gibi meyveler de sezonluk olduğu için fide sınıfına giriyor. Biz birçok sebzenin yanında bazı meyvelerin de fidesini üretiyoruz. Bugün sebzecilik büyük oranda hibrit tohumdan yapılıyor. Hibrit dediğimiz çok pahalı bir tohum. Çünkü bunlar, genetik bir müdahale olmamakla beraber, verimi yüksek ve birtakım hastalık dirençleri verilmiş tohumlar. Eskiden, seracılık Türkiye’de gelişmeden evvel, bütün meyveleri ve sebzeleri sadece mevsiminde yiyebiliyorduk. Sonradan “turfanda” dediğimiz, mevsimin dışında da üretim başladı seraların yardımıyla. Ama turfandalık yetiştirmek için sadece seranızın olması yetmiyor. Ektiğiniz çeşidin de birtakım dayanıklılık özelliklerinin olması lazım. Mesela domates için kış döneminde biraz daha soğuğa dayanabilen, soğuğa rağmen kızarabilen çeşitlere ihtiyacınız var. Ayrıca domateste olması gereken belli özellikler var. Albenisi olması lazım. Ekonomik değeri açısından veriminin ve raf ömrünün yüksek olması lazım. Bu unsurlar çok önemli. Domates dediğiniz zaman, dünyada binlerce çeşidi var. Tüm bu nitelikleri sağlamak için bunların hepsinden birtakım özellikler alınıp birleştiriliyor. Bu aslında tam bir köpek eşleştirmesi gibi. Mesela Doberman diye bir ırk yok. Ama çeşitli türlerin çiftleşmesinden Doberman benzeri yavrular çıkıyor ortaya. Bu yavrulardan kendi içinde birkaç nesil daha çiftleştirdiğinizde, artık saflaşmış ve “doğal” bir türe dönüşüyor. Bitkilerde bu tür çalışmalar tabii ciddi AR-GE ve yatırım gerektiriyor. Binlerce deneme içinden belki bir ya da iki ticari çeşit yakalayabiliyorsunuz. Bu nedenle hibrit tohumlar oldukça maliyetli. Günümüzde üretici, ekmek istediği tohumu fide şeklinde almayı tercih ediyor. Yani üretici adına tohumu biz satın alıyor, bu tohumları fideye dönüştürüp üreticiye sunuyoruz. Bu nedenle de tohum firmalarının en büyük müşterileri, biz fide firmaları oluyoruz. Hibrit tohum sektörü fidecilik sektörünü geliştiriyor.
Tohum yerine fide kullanmanın ne gibi avantajları var?
Fide kullanımının çiftçiye birçok avantajı var. Her şeyden önce zamandan ve emekten büyük tasarruf sağlıyor. Hibrit tohumların özelliklerinden ötürü dikim zamanlaması çok önemli. Örneğin temmuz ayının 20’siyle ağustosun 1’i ve ağustos ayının 5’iyle 15’i arasında dikim çok fark ediyor. Bazen 5 günlük bir dikim farkı, bir ay fark yaratabiliyor hasatta. Çiftçi dikim zamanına ve dikmek istediği ticari çeşide karar verdikten sonra bize siparişini veriyor. Diyelim ki 5 Ağustos’a, 2.850 adet X çeşidi domates istiyor. Normal şartlarda Antalya’nın sıcağında bu kişinin temmuz ayının başında gidip tohumları alması, bunları ekmesi, çıkmasını beklemesi, onlara bakması lazım. Yapabilir, yapamaz. Bir kısmı büyük olur, bir kısmı küçük. Bunlar da hasatta, kalitede fark demektir. Fideniz ne kadar homojense, o kadar homojen ürün alırsınız. Fideler arasındaki farklılıklar hasatta iki-üç hafta fark yaratabilir. O iki-üç hafta içerisinde ürünün fiyatı 1,5 liradan 10 kuruşa düşebilir. Bu taraflarına baktığınız zaman, her şeyin vaktinde olmasını ister çiftçi. Şimdi o sıcak dönemde bütün bunlarla uğraşacağına, dönüp Hishtil-Toros gibi bir firmaya, “Bana 5 Ağustos’ta X çeşitten 2.850 adet fide verin,” deyip yaylasına kaçıyor. Ağustosun başında geliyor, iki-üç günde serasını hazırlıyor, 2.850 tane fide, kutusunda adresine teslim ediliyor. Güzel güzel dikiyor onları. Hepsi standart. Hepsinin ilk bakımı iyi yapılmış. Bütün aşıları yapılmış, anne sütü almış bebek gibi düşünün bunu. Bakımı düzgün olmayan bir bebek birtakım hastalıklardan çok daha çabuk etkilenir, bağışıklık sistemi daha az gelişmiş olur. Aynı mantık. Hepsi canlı sonuçta. Fidelere bizim seralarımızda doğal olarak en iyi şartlarda bakılıyor. En ufak bir uygunsuzlukta kendini bırakan, ölen bir fide değil; dirayetli, yaşamak için gücü olan ve birtakım hataları tolere edebilen bir fide kazanılıyor. Tüm bunlar öncelikle çiftçinin ekonomik riskini azaltıyor. Hazır fidenin en büyük avantajlarından biri bu. Tabii bir de aşılı fide konusu var ki, o da apayrı bir avantaj paketi oluşturuyor.
Aşılı fidenin özelliği ve farkı nedir?
Aşılı fide daha farklı bir uygulama ve hastalıklara karşı bir önlem olarak iki farklı fidenin bir araya getirilmesinden ortaya çıkan bir ürün. Topraktan bulaşan bir takım hastalıklara ve özellikle de kök çürüklüğü veya çökerten olarak bilinen “fusarium” adlı mantara karşı kimyasal mücadeleye alternatif olarak geliştirilen ve son 10 yılda dünyada kullanımı hızla artan bir çözüm. Aşılı fideler çıkmadan önce toprakları fusarium’dan arındırmak için metil bromid kullanılırdı. Ancak bu kimyasal, topraktaki iyi kötü her şeyi yok ediyor. Aynı zamanda ozon tabakasına da zarar veriyor. Dolayısıyla kullanımı son on yıl içinde kademeli olarak tüm dünyada sonlandırıldı. Bu durum özellikle domateste ve karpuzda fusarium’un ciddi tehdit oluşturmaya başlaması demekti. Bu şartlarda bir alternatif geliştirmeniz gerekiyor. Adana’da mesela “çökerten” derler buna. “Karpuz çöktü” derler. Kısa sürede tüm tarlayı bitirir. Fusarium’un etkisidir bu. Giriyor, içinden öldürüyor bitkiyi. Karpuz için “vezir de eder rezil de” derler, hakikaten öyledir. Daha ürüne dönüşmeden tarlasındaki ürünü kaybetmesi, bir çiftçinin başına gelebilecek en kötü olaydır. İşte bu noktada aşılı fide devreye giriyor. Kökleri bu tür mantarlara dayanıklı çeşitlerin üzerine ticari bitkiler aşılanarak ürüne dayanıklılık kazandırılıyor. Aslında mantık çok basit. İki ayrı fide dikiliyor. Belli bir dönemde ikisi alınıp, birinin altıyla diğerinin üstü birleştiriliyor. Yani bir tür kaynak yapılıyor. Mantık basit, ama fiiliyatta bu işi doğru bir şekilde yapmak ve işe yarar neticeler elde etmek hiç de sanıldığı gibi kolay değil.
Ne çeşit bitkilerde aşılı fide kullanılıyor?
Mesela karpuz, kavun, hıyar gibi cucurbitaceae (kabakgiller) familyasından bitkiler aşılı fide olarak üretilebiliyor. Ama bu familya içerisinde Türkiye’de ve dünyada halen en büyük potansiyel karpuzda. Bunlar kabak bitkisinin kökleri üzerine aşılanıyor, çünkü kabak çok arsız ve dayanıklı bir kök yapısına sahip. Kavun ve hıyar da aynı şekilde kabak üzerine aşılanıyor. Bir de solanaceae (patlıcangiller) familyasından domates ve patlıcan var. Ticari domates çeşidi, kökleri dirençli ve geneli yabani olan anaç domates çeşitlerinin üzerine, patlıcanlar da yine domates veya patlıcan anaçları üzerine aşılanıyor. Biberde ise halihazırda ticari boyutta bir çözüm üretilebilmiş değil. Biz, saydığımız bu ürünlerin tamamında üretim yapıyoruz. Adet olarak bakarsak aşılı karpuz birinci, aşılı domates ikinci, aşılı patlıcan üçüncü, aşılı hıyar dördüncü sıradadır.
Türkiye’de aşılı fideye talep ne düzeyde?
Bugün Türkiye’de dikilen karpuzun herhalde yarısı aşılı fidedir. Bu durum geçtiğimiz 6 yıl içerisinde oluştu. Pazar çok hızlı bir şekilde büyüdü, halen de büyümeye devam ediyor. Bu, Türkiye için yeni bir kavram ve gelişiyor. Esasen dünyada da fazla geçmişi yok. Japonlar geçen yüzyıldan beri bazı sınırlı uygulamalar yapıyorlarmış bu alanda. Ama tabii bugün kullandığımız tekniklerle yapılması son 15 yılın, bu sektörün büyümesi de son 10 yılın hikâyesi. Bugün dünyanın her kıtasında aşılı fide kullanılıyor ve bu pazarın büyüklüğü artık milyar dolarlarla ifade ediliyor.
Aşılı fide kullanmak çiftçiye somut olarak ne kazandırıyor?
Öncelikle, korkulan belli hastalıklara çözüm getirmesi. Ancak işin ekonomik boyutuna da bakmak lazım. Bazı ürünlerde matematik, işimizi çok kolaylaştırıyor. Aşılı karpuz bunlardan bir tanesi. Çiftçi geleneksel olarak 1 dönüme 750 tane normal fide koymak yerine 250 tane aşılı fide koyuyor. Çünkü kök o kadar arsız ki, zaten o alanı dolduruyor. İyi bir çiftçinin 750 tane fideden alacağı ürün ortalamada 6-8 ton ise, 250 tane aşılı fideyle bu 10-13 tona çıkıyor. Kök, meyveyi büyütüyor çünkü. Aşılı fide fiyat olarak normal fidenin yaklaşık 3 katı. Fakat alt alta koyup hesapladığınız zaman, aşılı fide daha pahalı bir ürün olmasına karşın, çok daha ekonomik hale geliyor. Birincisi, aynı verimi çok daha az sayıda fideyle sağlayabiliyorsunuz. Ayrıca tarlanızı her sene kullanabiliyorsunuz. Mesela fusarium nedeniyle Adana’da bir tarlada bir yıl ekim yaptıktan sonra en az üç yıl o tarlaya giremezsiniz. Bu nedenle üretici gidip başka arazileri kiralamak durumunda kalıyor. Bir de ona para ödüyor. Ama aşılı fidede her yıl aynı araziye dikim yapabiliyorsunuz. Böyle bir avantajı da var. Bütün bunlar, esas amaç olarak hastalıktan korunmak için alınan ürünün artıları. İşte bu nedenle aşılı karpuz fidesinin yararlarını görenler hemen bu yöne döndüler. Kullanım hızla arttı. İlk yıl 20 bin deneme, bir sonraki yıl 2 milyon, bir sonraki yıl 10 milyon fide şeklinde büyüdü pazar. Domateste de aşılı fide kullanımı normal fide alternatifine göre daha maliyetli olsa da, hastalıklara karşı sağladığı çözüm ve güçlü kök yapısı sayesinde daha uzun bir zaman aralığında hasada devam edebilme imkânı sunması, ürüne ciddi bir talep yarattı.
Biraz da bize bu işin tekniğinden söz eder misiniz? Bu alandaki know-how’ınızı nereden alıyorsunuz?
Fide yetiştirmek oldukça karmaşık bir süreç. Kontrol edilmesi gereken çok fazla sayıda değişken var. Bir kere fidenin olma süresi bitkinin cinsine ve mevsime göre değişir. Mesela domates fidesi haziran ayında 24 günde hazır olurken, bu süre temmuzda 26, ağustosta 28, eylülde 30-33, kış aylarında ise 40 güne kadar çıkar. Dolayısıyla her ay üretim süresi değişir. Bizde tabii her ürün için takip edilen ayrı bir protokol vardır. Yazın ve kışın ürüne hangi uygulamalar yapılır, yetiştirme süresi kaç gündür, hangi dönemde ne tür özel uygulamalar gerekir, hangi sera şartları sağlanmalıdır, tüm bunlar önceden belirlenmiştir. Türlerin farklı ekim ve çimlenme şartları vardır. Kışın ısıtma sistemleri devreye girer. Orada da kontrollü olmanız lazım. Mesela karpuz 18, domates 14, marul 10 derece sıcaklık ister. Buna göre seraların ısılarını ayarlamanız ve kapasiteyi bu unsurları göz önünde bulundurarak kullanmanız gerekir. Tesisimizde tüm üretim ortamlarının iklim şartları otomatik sistemlerle kontrol ve kayıt edilir.
Biz HTF olarak bütün bu genel resimde Hishtil’in know-how’ını kullanıyoruz. Tabii HTF’nin de 10 küsur yıllık geçmişi sayesinde oluşmuş hatırı sayılır bir know-how’ı ve tecrübesi var. Çünkü eldeki bilgiyi Türkiye şartlarına uyarlamak ve devamlı geliştirmek zorundasınız. Düşünün ki Türkiye’de yedi tane iklim kuşağı var. Bu bölgelerin her birinde ürünler farklı zamanlarda ve şartlarda dikiliyor. Dolayısıyla ürün farklı bölgelerde farklı tanımlarda istenebiliyor. Biraz büyük, biraz diri, az yapraklı, çok yapraklı, açık yeşil, koyu yeşil… Bu noktada da detaylı üretime girmeniz gerekiyor. Yani biraz daha detaylı ürün tanımı oluşturmak gibi bir mecburiyet oluşuyor. Oysa bizi seri üretim yapan bir fabrika gibi düşünebilirsiniz. Bu tür uyarlamalar ciddi vakit kaybı yaratıyor. Bir domates fidesi dediğiniz zaman, en az bin tane ticari çeşidi var. Genel ürün protokolü değişmemekle birlikte bunların içinde güçlü olan var, güçsüz olan var, az çimlenen var, çok çimlenen var, aşıya daha uygun olan var, olmayan var, çift gövde geliştirmeye iyi tepki veren var, vermeyen var. Tüm bunları bilmeniz, ekim yaparken bunlara dikkat etmeniz gerekiyor. Bu kadar çok değişken olduğu için ürün kartı “domates” olarak değil de, üretici firmanın çeşit ismi bazında “domates Linda,” “domates Alida” şeklinde açılıyor. Böyle binlerce ürün kartımız var. Ama işin esas güç tarafı, bu kadar detaya indiğimiz halde, standartları elde etmekte zorlanmamız. Çünkü kullandığımız tohumlar da yıldan yıla, hatta bir partiden diğerine değişiklik gösterebiliyor. Mesela aynı ürün için gelen iki partiden biri %88 çimlenme yapıyor, bir sonrakinde %84 çıkıyor. Bu farklılıklar üretimin performansına doğrudan yansıyor. Saydığım tüm parametreleri aynı anda görebilen ve yöneten deneyimli ve uyumlu bir ekibimiz olduğu için şanslıyız. Bu şekilde HTF olarak her yıl yaklaşık 30.000 adet siparişten oluşan on milyonlarca fide üretiyoruz. Gururla belirtmeliyim ki HTF, aşılı fide adet üretiminde dünyanın sayılı firmalarından biri durumunda. Kalitemiz ise tartışılmaz. Sadece Türkiye pazarında değil, dünya çapında en üst kalitede üretim gerçekleştiriyoruz. Fide, örnek teşkil edecek bir takım çalışmasının ürünüdür. Tüm departmanlar ürünün ve hizmetin kalitesi için çalışır. Ürün hassastır ve dünyaya yeni gelmiş tüm canlılar gibi ilgi bekler, ruhundan anlamanızı bekler. HTF’de işler bu felsefe doğrultusunda yürütülüyor. Başarımızın sırrı da burada.
Verimin artmasına yönelik olarak çiftçilere ne gibi destekler veriyor sunuz?
Tarımın her alanında olduğu gibi burada da çiftçinin bilinçlendirilmesi çok önemli. Çünkü işin zorluğunun bir başka tarafı da sahada yaşanan problemler. Başarı için özellikle ekim ve bakım şartları çok önemli. Üretici fideyi kurutmuş olur, yanlış diker, yanlış ilaç uygular, vs. Peki bu fideyi kimden aldı? Fideciden aldı. Yani döner dolaşır fideciye gelir bu iş. Biz ayrı bir teknik departman oluşturmaya karar verdik, sırf bu işle iştigal etmek üzere. Bu ekip satış öncesinde, satış sırasında ve sonrasında çiftçiye destek veriyor. Sahada dikim öncesinde geziyor, çiftçiye kritik konularda bilgi veriyor, hatta dikim sırasında yanında bulunmaya gayret ediyor. Yağmurdan veya başka bir sebepten dolayı dikimin gecikmesi halinde fidelerin nerede, hangi şartlar altında tutulduğuna bakıyor, gerektiğinde müdahale ediyor. Yani yapılan hataları en aza indirmek için çabalıyor. Bu nedenle 3-4 kişilik bir ekip oluşturduk. Bu gezici ekip Türkiye’nin her noktasına ulaşıyor ve teknik destek sağlıyor, sorun çözüyor, yeni yöntemleri ve teknolojileri tanıtıyor.
Yaptığınız iş mevsimlik bir iş olduğundan zamanlama çok önemli. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Evet, bu işin de günün sonunda en önemli kısmı fideyi istenen şekilde ve gününde teslim edebilmek. Bütün çabamız bunun için. Çünkü özellikle aşılı fidede, bilhassa da yaz döneminde, birkaç günlük dikim farkı bile hasatta önemli fark yaratıyor. Üreticinin fidesini geciktirirseniz müşteri memnuniyetini yakalayamazsınız. Dolayısıyla sadece ürününüzün kalitesi yetmiyor. Operasyon olarak da çok düzgün bir hizmet veriyor olmanız lazım. Bizim yapımızda, tecrübeli ekiplerimiz sezon önceleri hazırlıklarını en ince detaya kadar tamamlar ve sezon başladığında herkes ne yapacağını bilir. İki tane yoğun dönemi vardır bu işin. Birinci yoğun dönem şubat-mayıs dönemidir. Şubatta Adana’da karpuzla başlar. Daha sonra karpuz havanın ısınmasına bağlı olarak mayısa kadar bütün ülkeye kademeli olarak yayılır. Tabii yine ilkbahar dönemi bütün Türkiye’de açık tarla dikimlerinin olduğu zamandır. Açık tarla domates ağırlıklıdır, ama diğer ürünler de vardır içinde. Bunun yoğunluğu bize aralık ayından itibaren düşer. Birinci sezon açık tarlayla biter. Haziran-temmuz bir hayli düşük dönemdir. Belli bölgeler ve ürünler dışında çok fazla dikim olmaz. İkinci yoğun sezon ağustos-ekim dönemidir. Yaz dönemi sera ürünleridir hep. Sera ürünü olunca sahil bandını konuşuyoruz artık. Sahilde çiftçi tercihe bağlı olarak “güzlük” ve “baharlık” olarak iki ekim de yapabilir, tek ekim de.
Hastalıklardan korunmak için ne yapmak lazım?
Hibrit tohum sektörünün gelişmesi, tüm avantajlarına karşın, bazı problemleri de beraberinde getirdi. Endemik dediğimiz, belirli bir yere has olan bazı hastalıkların tohum yoluyla kolaylıkla dünyanın diğer bölgelerine de taşınmasına yol açtı. Şu anda dünyada bu konuda hakikaten ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Örneğin Amerika’nın bir bölgesinde bulunan bir bakteri, orada üretilen tohumlar yoluyla dağılıp dünya ölçeğinde ciddi birtakım problemlere neden olabiliyor. Tohum tek araç değil. Dünya ticaretinin artmasıyla ürünlerle birlikte bazı zararlılar da kıtadan kıtaya atlayabiliyor. Mesela “tuta absoluta” diye bir zararlı var şu an. İlk kez Güney Amerika’da görüldü. Ürünün dolaşımıyla önce Avrupa’ya geldi, oradan da hızlı bir şekilde buraya. Bir tür güve, bitkinin içerisinde gelişiyor ve zarar veriyor. Türkiye’ye yayılımı domatesle oldu. Türkiye topraklarında hem başka ülkelerden gelen, hem de ülkemizde var olan hastalıkların çeşitli şekillerde yayılmakta olduğu bir gerçek. Mesela “Clavibacter michiganensis” diye bir hastalık var. Bir bakteri. Yine domateste etkin. Türkiye fideliklerinin toplam üretiminin yarısından fazlasının domates olduğu düşünülürse, bu tür hastalıklar ciddi kayıplar yaratabilir. Yaratmaya da başlamış durumda; hem üreticilere, hem firmalara, hem de ülke ekonomisine. Bununla ilgili ne kadar dikkat etsek de tam olarak bir önlem alınamıyor. Bu hastalık aşılı domateste daha çok görülüyor, çünkü üretim aşamasında kesme işlemleri fidelerde açık yaralar oluşturuyor. Ameliyatlı bir hastanın hastalık kapma riskinin daha yüksek olması gibi. Ancak asla aşılı fidelerle sınırlı değil. Bakterinin temel taşınma şekli kullandığımız tohumlar olsa da, mekanik her türlü yolla bulaşarak hızla yayılıyor. Bunlar bildiğiniz bakteriler. İnsanın boğazını şişiren bakteriler gibi. İlacı antibiyotik ama bitkilerde kullanımı yasak. Dünyanın öbür ucunda endemik olan bir hastalık, tohumlarla her tarafa ulaşıyor. Ulaştığı yerde de gerekli tedbirler alınmazsa hızla yayılıyor. Biz, bu durum karşısında ciddi önlemler almamız gerektiğini gördük. Çünkü bakterinin tohumdan geldiğini tahmin ediyorsunuz, ama teknoloji hastalıklı tohumları çoğunlukla tespit edemiyor. Halihazırda yürürlükte olan yönetmeliklerdeki tohum analizi yöntemleri ve numune adetleri de yeterli değil. Her yıl milyarlarca tohum kullanılıyor. Fide işçilerinin genelinin kendi seraları var. Kendi seralarındaki hastalığı taşıyabilirler mesela. Havadaki toz bile taşıyıcı olabilir. Seranın üzerine düşer, oradan içeri akar. Biz, artan bu risk karşısında konuyu daha kapsamlı olarak ele alma vaktinin geldiğini düşünerek, bazı çalışmalara başladık. Hollandalılar, Fransızlarla birlikte risk karşısında harekete geçerek Kasım 2009’da, GSPP (Good Seed and Plant Practices/İyi Tohum ve Bitki Uygulamaları) olarak adlandırılan yeni bir protokolün taslağını geliştirdiler. Bu bakteriye karşı, sırf bu bakteriden ari domates bitkisi yetiştirmek için ortaya konmuş bir çalışma prensibidir bu protokol. İlk aşamada tohum ve fide üreticileri için düşünülmüş. Sera üreticilerinin de sisteme dahil olmaya başlaması uzun vadeli bir beklenti. Biz de bu protokolü benimseme kararı aldık. Çok önemli bir adımdı bu, hem bizim için, hem de Türkiye tarım sektörü için.
Bu protokol ne gibi uygulamaları içeriyor?
Önce ayrıntılı bir risk analizi yaptık. Tesisin hangi bölümlerinde, hangi aşamalarda, ne gibi risklerimiz var, onları tespit ettik. Mesela çimlendirme odası dediğimiz odalarımız var, ekimhane var, ekim makinesi var, aşılama odası var. Burada bir sürü insan oturuyor, fideler geliyor, kesilip biçiliyor. Fide, doğal olarak orada büyük bir travma yaşıyor. O fideyi tekrar canlandırmak için yoğun bakım ünitesine alıyorsunuz. Maruz kaldığı stresi atsın, yaraları iyileşsin diye, alttan ısıtıyorsunuz, üstten soğutuyorsunuz, el bebek gül bebek bir ortam yaratıyorsunuz. Bu yerlerin hepsinde hastalık bulaşma riski var. Dolayısıyla tüm bu bölümleri tek tek elden geçirdik. İlk etapta toplam kapalı alanımızın yarısını protokole uyarlama kararı aldık. Bu bölüm içerisinde yeni ve tam teşekküllü bir üretim hattı kurduk. Bölümü üç bölgeye ayırdık, renk kodlarına göre: Sarı bölge, yeşil bölge, kırmızı bölge. Buralarda çalışan personelin giriş çıkış prosedürlerini, bir bölgeden diğerine geçiş kurallarını belirledik. Tüm personele özel kıyafetler aldık. Bugüne kadar personel önlüklerle çalışıyordu ve seralar arasında serbest gezebiliyordu ki bu durum halen dünyada fide üretiminde kullanılan yöntemdir. Şimdi sisteme tek noktadan giriş var. Burası kırmızı kilit. Bu bölümden içeriye tüm personel tamamen soyunup, her gün temizlenen özel kıyafetleri ve terlikleri giydikten sonra geçebiliyorlar. Eller, ayaklar ayrı ayrı dezenfekte ediliyor. İçeriye, ameliyathaneye girer gibi giriyorlar. Ayrıca bu bölümü dışarıdan tümüyle tecrit ettik. Seraların üzerini plastik kapladık, ama sıcaklığı engellesin diye o plastiğin altına termal perdeler koyduk. Fidecilikte sulama üstten, ucunda püskürtme uçları olan özel sulama ekipmanlarıyla yapılır. Püskürtme sırasında doğal olarak sıçramalar oluyor, dolayısıyla bir fidenin üstündeki hastalığın diğerine bulaşma riski oluşuyor. Özellikle bu bakteriler sabahları yaprak uçlarında biriken çiğde bulunuyor. Üstten sulama yaptığınızda hastalığı bir anda yayabiliyorsunuz. Hasta bir insanın, birinin yüzüne hapşırması gibi. Bu nedenle önlem olarak alttan sulama yapmak gerekiyor. Ancak bu yeni bir kavram ve ticari uygulamaları yaygın değil. Kurduğumuz alttan sulama sistemi özel bir tasarım ve dünyada fazla örneği yok. Üretim tepsilerini havuzların içine koyuyorsunuz, alttan sulanıyor. Bulaşma riski ciddi oranda azaltılıyor. Tabii bu işlemlerin protokolleri de oluşturuldu. İçeri giren personel bir daha mesai bitimine kadar sistem dışına çıkmıyor, çıkarsa da geri giremiyor. Bu sebeple sistem içerisinde yemekhane ve dinlenme alanları da mevcut. Bir bakıma tesis içinde tesis kurduk diyebilirim. Bu, bizim için de yeni bir öğrenme süreci. Fakat her yönüyle bir ilki gerçekleştirdiğimizi söyleyebilirim. Şu anda dünyada bu işi yapan dört-beş fidelik ya var ya yok. GSPP sisteminin bir asgari standardı var, ama bir üst sınırı yok. Kurduğumuz sistemin asgari standartların hayli üzerinde olmasını tercih ettik. Hedefimiz 2011 yılında belli başlı Hollandalı ve Fransız kuruluşlarla aynı anda ve dünyada ilk olarak GSPP sertifikalı fide üretimi gerçekleştirmek.
Sektöre kazandırdığınız başka yenilikler var mı?
Bulunduğumuz sektör, hemen hiçbir standardın bulunmadığı bir sektör. Biz bu sektör içinde bazı standartların, kalite anlayışının yerleştirilmesine çalışıyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi genel know-how’ımızı dışarıdan alıp bunu Türkiye şartlarına uyarlamak için bütün detayları burada geliştiriyoruz. Bu noktada bu tecrübelerin ne kadar kayıt altına alındığı, ne kadar sisteme dahil edildiği, ne kadar korunduğu önem kazanıyor. O nedenle sürekli sistemimizi geliştiriyoruz. Bir sene önce yaşanmış olan hataların tekrarlanmaması için bunların önlemlerini alıyoruz. Öğrenimlerimizi ve deneyimlerimizi protokol ve prosedürlerimize adapte ediyoruz. En önemlisi de elemanlarımızda fazla sirkülasyon olmamasına gayret ediyoruz. Zaten yetişmiş elemanın az olduğu bir sektörde, özellikle belli noktadaki personelimizi korumaya çalışıyoruz. Çünkü insanla yapıyorsunuz bu işi. Makineler yapmıyor. Burada olabildiğince eğitimli insanlar olması gerekiyor. Bu nedenle çalışanlarımızı düzenli eğitime tâbi tutuyoruz. Tecrübeye önem veriyoruz. Örneğin aşılama işini hep aynı ekibe yaptırmaya gayret ediyoruz. Şu anda yaklaşık 100 kişilik sabit bir ekibimiz var. Dönemsel olarak 400 kişiye kadar çıkabiliyor bu sayı. Genel çalışma ve üretim kalitesi standardımız, sektörün tüm diğer temsilcileri için de bir örnek teşkil ediyor, çıtayı belirliyor.
Anladığımız kadarıyla siz hastalıkları bu sektördeki en büyük tehdit olarak görüyorsunuz.
Çok doğru. Aslında hem bir tehdit, hem bir fırsat. Fırsatlar ve tehditler biraz iç içe geçmiş durumda. Hishtil’in sahibi, aynı zamanda yönetim kurulu başkanımız, Yehezkel Dagan, çok öngörülü bir şahsiyettir. O çok net bir şekilde söylemişti, bundan dört-beş sene önce. “Şu anda Türkiye’deki rekabet içerisinde birçok firma çok yeni kuruldu. Bunlar henüz hiçbir hastalıkla tanışmadı. Beş-altı sene sonra şartlar çok değişecek” demişti. Şu anda o sürece girmiş bulunuyoruz. Bu, büyük bir tehdit ve üzücü bir durum. Ama aynı zamanda fırsat da burada. Çünkü buna karşı önlemini geliştirenler, kaliteye ve standartlara önem verenler farkı yaratacak ve kalıcı olmayı başaracaktır. Tüketiciler de bilinçleniyor diğer taraftan. Her gün daha fazla bilgi talep ediyorlar. Örneğin Global G.A.P. sertifikası. Bunun esprisi nedir? Siz marketten domates alıyorsunuz ve tüketici olarak diyorsunuz ki, “Bu domatesin tohumunu kim, hangi şartlarda üretmiş, hangi fidelikte üretilmiş, üretiminde hangi ilaçlar, neler kullanılmış? Bunları bilmek istiyorum.” Bu tür bilgilere erişmek tüketicinin hakkı aslında. İş zincirlere kaydıkça, karakucak düzeninden çıktıkça, ihracat konuşuldukça, gelişmiş memleketlerle ticari ilişkiler artırıldıkça, kalite ve sağlık standartlarının da önemi artıyor. Şu anda Global G.A.P. sertifikası bizden başka sadece bir fidelikte var Türkiye’de. Biz çalışmalarımızı bu anlayış doğrultusunda sürdürüyoruz ve sürekli geleceğe yatırım yapıyoruz.