Toros Tarım’la ilgili haberlere sık sık yer veriyor, şirketimizi tanıtmaya çalışıyoruz. Ancak bu kez farklı bir yöntem izleyerek, Toros’u bayileri anlatsın istedik. Üç bayimizi Ceyhan İşletmesi’ne davet ederek keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Şanlıurfa Merkez Bayisi Kadir Satıcı, Mardin Kızıltepe Bayisi Reşit Kılıç ve Adana Merkez Bayisi Ahmet Ecemiş, bizlere 20 yılı aşkın süredir yakından tanıdıkları Toros’u samimi duygularla kendi pencerelerinden anlattılar.
T-Bülten: Türkiye’de genel olarak tarım sektörünün görüntüsü nedir? Bunun içinde gübre kullanımı konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Ben 20 senedir Toros Gübre bayiliği yapıyorum. GAP’ın önemli şehirlerinden biri olan Urfa’da gübre işi yapıyoruz. Bölgede Atatürk Barajı’yla birlikte, yaklaşık 10 yıldır sulu tarıma da geçildi. Bundan dolayı gübre tüketiminde artış gözlendi. Biz de bundan olumlu olarak payımızı aldık.
T-Bülten: GAP öncesi ve GAP sonrası arasında nasıl bir fark var?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Daha önce Urfa’da buğday, arpa ve mercimekle tarım yapılırdı. Ama şimdi meyvecilikten tutun da, domatesçiliğe kadar çok çeşitli alanda tarım yapılıyor. Bu, Urfa için çok büyük bir gelişme, bizim için de sevindirici. Hem çiftçisi, hem gübre satıcısı için. Sulama, bitki çeşidimizi arttırdı. Sadece çeşidi değil, üretim oranlarını da artırdı. Geçen sene Urfa’da yapılan kuru tarımda çok büyük hüsrana uğradı insanlar kuraklıktan ötürü. Bu sene de kuraklık etkili oldu, ancak geçen seneye göre çok daha iyi. Ama bölgenin tamamı sulu tarıma geçmiş olsaydı kesinlikle böyle bir şey yaşanmayacaktı.
T-Bülten: Kuru ve sulu tarım arasında yöntem olarak da farklılıklar var mıdır?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Evet, var. Örneğin yağmurlama başladı. Daha önce salma sulama yöntemi kullanılıyordu. Yağmurlama, daha modern bir yöntem. Ancak gelişme sürüyor. Damla sulamaya kadar da gidecek. Bütün bu gelişmeler tabii gübre sektörüne de olumlu olarak yansıyor. Ancak geçen sene gübre fiyatları çok büyük oranda artınca gübre satışı azaldı. Gübre fiyatlarının yükselmesinin dört nedeni var: Dünya piyasası, petrol fiyatları, iç dengeler ve dış dengeler. Bütün bu nedenlere bağlı olarak gübre fiyatları yükselip inebiliyor. Geçen sene fiyatlar açısından anormal bir yıldı. 2008’in başında 500-550 lira olan buğday ton fiyatları da aynı yılın sonunda 800’e kadar çıktı.
T-Bülten: Çiftçinin gübre kullanım konusundaki bilinç seviyesi ne düzeyde?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Ne yazık ki bizim bölgede tarım bilinçli bir şekilde yapılmıyor. Çiftçimiz tahlil yaptırmadan, birbirine bakarak gübre kullanıyor. Biz Toros gübre torbalarına dahi yazıyoruz, “Getirin, topraklarınızı ücretsiz tahlil edelim” diye. “Önerilerimizi sunalım, siz de ona göre gübre alın” diyoruz. Çiftçinin öncelikle tahlil yaptırması gerekiyor, toprağını tanımak için. Daha sonra önerilen bitki türüne göre gübre kullanılması gerekiyor. Aslında rapor, size hangi ürün için, hangi gübreyi, ne zaman ve ne kadar kullanacağınızı söylüyor. Buna uygun hareket ederseniz tabii ki sonuç da farklı olacaktır.
Ahmet Ecemiş (Adana): Ne yazık ki kamudaki tarım kuruluşlarına ait laboratuvarlarda bugüne kadar toprak analizi yapan yerler çiftçide güven uyandıramadı. Biz mesela deneme yapmak için bir keresinde 10 ayrı yerden toprak aldık. Hatta işyerinin önünde kum vardı, belediye bahçe düzenlemesi yapıyordu, “Bir de şundan götüreyim” dedim, hepsinin tahlili aynı çıktı... Adam oraya oturmuş, herkese aynı raporu yazmış. İstisnasız hepsine aynı yazmış, kuma bile...
Reşit Kılıç (Mardin): Aynı fikirdeyim. Yıllar önce arkadaşın biri toprak getirdi. Toprağı üçe böldük. Üçüne ayrı ayrı isim ve bölgeler yazdık. Tarım teşkilatından hepsinin raporu ayrı geldi, ama aynı topraktı. Bu işi doğru yapmanın şartları tarladan başlıyor. Diyelim ki yüz dönümlük bir tarlanın en azından yirmi farklı yerinden numune alacaksın. Bunların hepsini alıp karıştıracaksın, böylece doğru bir numune elde edilecek. Ayrıca toprağı belirli bir derinlikten alacaksın. Gidip de toprağın yüzeyinden alıp gönderirsen gübreye ihtiyaç olmadığı gibi bir sonuç çıkar, hatta fazla çıkabilir. Devlet bugün toprak tahlillerini 1952’de kullanılan yönteme göre yapıyor. Bilinçli tarıma geçebilmek için Türkiye’de Tarım Bakanlığı’nın çok ciddi bir şekilde çalışması lazım. Bunun yanı sıra ziraat mühendislerinin de köylüleri yönlendirmesi gerek.
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Yapılan bir yanlış daha var. Örneğin şimdi mısır ekme dönemi. Çiftçi mısırını ekecek ama desteğinin ne kadar olduğunu bilmiyor. Oysa mısırını ektiği zaman eline ne geçecek, bilmesi gerekir. Ona göre ekip ekmeme kararını verecek çiftçi. Tarım Müdürlüğü’nü arıyoruz, “Mısırın desteklemesi ne kadar?” diye, henüz belli değil. Bu yıl ilk kez pamukta ekimden öce desteklemesi açıklandı.
Reşit Kılıç (Mardin): Şöyle bir gerçek var. Tarım hiçbir sektörden etkilenmez, ama her sektör tarımdan etkilenir. Dünyada ve Türkiye’de bu yeni yeni fark ediliyor. Dünya nüfusu artıyor, toprakları büyütme şansın yok, tarıma açılacak yeni alanlar yok, bu yüzden mevcut olanı daha iyi değerlendireceksin ki insanların karnı doysun. Türkiye yılda 18 milyon ton buğday tüketen bir ülke. Bunu burada üretmezsen mecburen yurtdışından alacaksın. Dışarıya gönderdiğin her para bu ülkenin zararınadır.
T-Bülten: Oysa Türkiye’de yıllarca sanayi mi, tarım mı tartışması yapıldı.
Reşit Kılıç (Mardin): Tarımı bırakıp sanayiye geçemezsin. Tarıma yönelik sanayiye geçmek zorundasın. Onu desteklemen lazım. Türkiye’nin, gelişmiş ülkelerin tarım politikasını uygulaması lazım. Örneğin bu yıl ülkemize ne gerek? Devlet buna göre desteğini açıklamalı ve herkes buna göre hareket etmeli. Buradan yola çıkılırsa, ülkenin dışarıdan ürün almaya ihtiyacı olmaz. Ülke olarak yapmamız gereken şey, ne yapıp edip dışarıya para göndermemek. Bu ürünü üretebilecek kapasitemiz, altyapımız, her şeyimiz var.
T-Bülten: Çiftçilerin durumu nedir bugün? Sorunların çözümü nerededir? Çiftçi dünyanın her yerinde mağdur durumda mıdır, bu Türkiye’ye özel bir durum mu?
Ahmet Ecemiş (Adana): Gelişmiş ülkelerde böyle bir sıkıntı yok. Geçmişte bizde yanlış teşvikler verildi. Daha önce araziye teşvik veriliyordu, dolayısıyla teşviki, tarım yapsa da, yapmasa da arazinin sahibi alıyordu; orayı kiralayıp eken değil. Yeni yeni değişmeye başladı bu. Şimdi “ürüne destek” verilmeye başlandı.
Reşit Kılıç (Mardin): Türkiye’de 3,5-4 milyon çiftçi var. Kişi başına düşen 59 dönüm. Yapılması gereken o arazilerin birleştirilmesi ve büyütülerek kooperatiflere ya da özel şirketlere kiralanmasıdır. Devletin bunu desteklemesi gerekli. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de sağlıklı verim almak mümkün değil.
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Arazi ne kadar büyük olursa masrafları da o kadar düşer. Traktör sayısından tutun da, ilaçlamaya kadar.
T-Bülten: Verimi etkileyen faktörler nelerdir?
Reşit Kılıç (Mardin): Verim, özellikle susuz tarım yapılan yerlerde yüzde 80 oranında kontrol edilemeyen bir olaydır. Büyük oranda doğa şartlarıyla ilgilidir çünkü. Tahminler ancak yüzde 20 oranında tutar. Hava, su ve güneştir en temel faktörler. Çiftçinin beklentileri üründen ürüne de fark eder. Diyelim ki buğday hasadı başlamış. Buğday eken, “Aman yağmur yağmasın” der, mısır eken ise “Bir yağmur yağsa” der. Bunlar aynı gün, aynı coğrafya, hatta yan yana iki tarla olabilir.
Ahmet Ecemiş (Adana): Akdeniz bu anlamda şanslı bir coğrafya. Özellikle de Çukurova. Birden fazla ürün alınabiliyor, sezon boyunca. Fakat örneğin Karadeniz bölgesinde, ilkbahar döneminde yaşanan bir soğuk oradaki fındığı tamamen bitirebiliyor. İkinci bir şansları ya da başka bir ürün ekme şansları yok. Tek gelir fındık. Dolayısıyla tek ürüne yönelik çalışan coğrafyalarda iş çok daha riskli.
T-Bülten: Gördüğümüz kadarıyla verimi belirleyen çok faktör var. Gübre de sadece bunlardan biri. Toros bayileri sadece gübre satışında değil, çiftçilerin bilinçlendirilmesi noktasında da önemli bir rol üstlenmiş. Sizler niçin ve nasıl Toros bayisi oldunuz? O günden bugüne neler değişti?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Benim dayımın oğlu benden önce Toros bayisiydi. Bizi de ortaklığa çağırdı. Ortak olmaya karar verdik. Daha sonra bir vesileyle ayrıldık. Ben kendi müracaatımı yaptım. O zaman Toros bayiliği almak herkesin harcı değildi. Zordu ve hâlâ da öyledir.
T-Bülten: Neden Toros’u tercih ettiniz?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Toros’un bir ismi var. Gübre sektöründe gerçekten lider konumunda. Ciddi bir firma. Tekfen ve Toros gerçekten kalitede olsun, hizmette olsun lider kuruluşlar. Biz de onun bayisi olmaktan gurur duyuyoruz. Ben Toros’u artık bir bakıma ailem olarak kabul ediyorum. Onlar da bizi bir aile gibi görüyorlar. Benim İstanbul’da bir evim var. Bir komşumla oturup sohbet ediyorduk. Ne iş yaptığımı sordu. “Tekfen Grubu’nun Toros bayisiyim” dedim. “Ya!” dedi, “Aman ondan ayrılma sakın. Tekfen’de bayi olmak çok güzel, çok itibarı olan bir şey.” Doğru karar vermişiz ki, buralara kadar geldik. Ben işimi hakikaten severek yapıyorum. Zaman zaman soruyorlar, “Neden başka işlere girmediniz, neden bu işi hâlâ devam ettiriyorsunuz?” diye. Benim görüşüme göre doğru olan bir işi en güzel, en profesyonel şekilde yapıp o işte büyümek... Zaman zaman sıkıntılarımız oluyor, ama bu bizim işimizi keyifle yapmamıza engel olmuyor.
T-Bülten: Toros’un farkı nedir? Bu memnuniyeti yaratan şey nedir?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Toros kalite demek, ciddiyet demek. Ben yirmi yıldır bu işin içindeyim. Her işi çok ciddi şekilde yapıyorlar. Ben piyasada çok değişik şeylerle karşılaştım. Örneğin hileli gübreler, destekleme olayında faturalarla ilgili sorunlar yaşadım. Toros’ta bunlara benzer hiçbir olumsuzlukla karşılaşmazsınız.
Ahmet Ecemiş (Adana): “Neden Toros?” derseniz, ürününün arkasında duruyor, güvenilir, ciddi bir firma. Ayrıca güzel bir ortam da var. Katı bir hiyerarşi yoktur mesela bizde, herkes istediği gibi sorunlarını aktarır. Toros iyi bir yapılanma gerçekleştirdi. Başka hiçbir firma onun gibi olamadı. Örneğin hiçbirinin bölge müdürlükleri yok. Çoğu yeni yeni yapılanıyor.
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Türkiye’nin çok yerinde geniş bir depolama sistemi var Toros’un. Mesela 30 bin tonluk bir depomuz var, ki bu 20 sene önce kurulmuş, öngörülmüş. Eskiden gübre sektörü hep devlet eliyle yapılıyordu. Oysa Toros, hizmeti ile, teşkilatı ile, satış noktalarıyla, satış koşullarıyla tam özel sektör gibi düşünüyor.
T-Bülten: Toros’un çiftçinin gözündeki algılaması nasıl?
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Her şeyin bir markası var, Mercedes gibi. Gübrede de bizim Mercedes’imiz Toros’tur. Toros bize inandı, biz de Toros’a inanıyoruz. Biz Toros’la büyüdük. Samimi, dürüst bir şekilde çalışarak buralara kadar geldik. Bizim bugün Urfa’da hem Toros bayisi olarak bir itibarımız var, hem de şahsi olarak bir itibarımız var. Urfa’daki çiftçiler bize gözü kapalı inanıyorlar. Büyük paraları çeksiz senetsiz bırakıp gidiyorlar. Bu güveni sağlamışız.
Ahmet Ecemiş (Adana): Eskiden gübre, kamu kurumları ağırlıklı bir sektördü. O dönemlerde Zirai Donatım Kurumu vardı. Gübre üreticisi gübreyi üretir, devlet de Zirai Donatım Kurumu kanalıyla çiftçiye dağıtırdı. 1986’da bayilik sistemi kuruldu. Zamanla sistem oturdu. Bayi pazarı diye bir pazar oluştu. O pazarda da çiftçi bir kamu kurumundan daha farklı hizmet almaya başladı. Birincisi, bahsettiğimiz toprak analizi. İkincisi fiyat serbestliği. Kurum’a gittiğiniz zaman fiyat tektir. Bayiye gittiğiniz zaman ise oturup pazarlığınızı yaparsınız. Özel sektörden sonra hizmet gelişti. Eskiden saat dört buçuktan sonra kasa kapanırdı, çiftçi gübresini alamazdı. Ayrıca çiftçi kendi imkânlarıyla götürmek zorundaydı gübresini. Şimdi ayağına kadar götürüyor, tarlaya indirmesine bile yardımcı oluyoruz. Ayrıca ürün kalitesi de arttı. Çiftçi artık yalnız içindeki ürüne değil, ambalajına da bakıyor.
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Çiftçinin nezdinde ürünün kalitesiyle ilgili herhangi bir problem yaşamıyoruz. Tek sorun çiftçiye malını zamanında ulaştıramadığımız zaman ve fiyat farklılıkları nedeniyle çıkıyordu ki artık böyle bir şey kalmadı.
Ahmet Ecemiş (Adana): Tabii çiftçinin ekonomisi de eskiden böyle değildi. Baktığınız zaman dünyada bozuldu ekonomi; herkesin ekonomisi bozuldu. Ekonomik şartlar da biraz zorlamaya başladı. Artık herkes çok ayrıntılı hesap yapmaya başladı. Eskiden fiyat farkı çok önemli değildi, çünkü Toros adı fiyatın önündeydi. Mesela bende bir ürün vardı, tamamını satmışım, stoklarda o maldan kalmamış. Müşteri geldi, o maldan istiyor. “Kusura bakmayın, dilerseniz başka bir üretici firmadan malı alıp vereyim” dedim. O da kaliteli. Gerçekten, dünya çapında iyi üretilen bir ürün. Kabul ettiremedim. Adam beklemeyi göze alıyor, “Olmaz, illa Toros olacak” diyor, mutlaka Toros istiyor. Ben de, “O halde bir ay bekleyeceksin” dedim. Bu, marka bağımlılığı. Böyle marka bağımlılığı var.
T-Bülten: Sizin Toros bayiliğini ne zaman ve nasıl aldınız?
Ahmet Ecemiş (Adana): 1986’da biz zirai ilaç üzerine çalışıyorduk. Babadan kalma mesleğimiz. Sonra gübre işine geçtik, birbirini tamamlayan işler olduğu için. Ürünü satmak değil asıl mesele. Sonradan çıkabilecek sorunları sahiplenecek bir firma lazım. Bizim de aklımıza Toros geldi. Çünkü arkasındaki kuruluş ciddi, sağlam. Biz daha önce de Tekfen’in ampullerini satıyorduk, 80’li yıllarda, her şeyin sıkıntılı olduğu dönemlerde. Yani daha öncesinden bir ilişkimiz vardı. Toros o zaman yeni yapılanan bir firmaydı. Biz siparişi bölgeye verirdik, bölge teleksle İstanbul’a geçerdi, İstanbul da teleksle fabrikaya bildirirdi. Bir siparişin ulaşması 4-5 gün sürerdi. O zaman bölge müdürlükleri yoktu. Sipariş tek elde merkezde toplanırdı. Kimse bir şey bilmiyordu, biz de bilmiyorduk doğrusu. Bayi teşkilatı diye bir şey yoktu.
T-Bülten: Özel sektör nasıl davranması gerektiğini biraz da zamanla öğreniyor. Bu işin bir hocası yok.
Ahmet Ecemiş (Adana): İlk zamanlar böyle değildi, bayilerin oranı çok düşüktü, toplu satışlar yüksekti. Bayiler sonradan gelişti.
Reşit Kılıç (Mardin): Türkiye’deki Toros bayi ağı çok geniştir. Kendi bölgesinde, bulunduğu yerde ilk günden bu yana bu görevi devam ettirenler var. O arkadaşlar bugüne kadar hizmetlerini en güzel şekilde verdiler.
T-Bülten: Tahmin ediyorum burada karşılıklı bir fayda ilişkisi var. Yani Toros bayisine, bayisi de Toros’a fayda sağlıyor.
Reşit Kılıç (Mardin): Şunu da söylemekte yarar var, ben bunu her zaman söylerim. Türkiye’nin çok büyük başka firmalarıyla da çalıştım. Ama Toros’un ilkeli duruşu yok başka yerlerde.
T-Bülten: Peki, bayiler olarak sizin Toros’a anlaşmazlığa düştüğünüz olmaz mı hiç?
Reşit Kılıç (Mardin): Bizim eleştirilerimiz hep yapıcı eleştirilerdir. Biz, kendi çalıştığımız firmanın zarar etmesini istemeyiz, o firma da bayilerinin zarar etmesini istemez. Bugüne kadar 22-23 yıldır hep saygı içinde çalıştık karşılıklı olarak. Örneğin Esin Hanım telefonla arandığında 5 dakikada geri döner. Hiçbir zaman “Bu telefon niye geldi, ben bunu aramam” demez.
Kadir Satıcı (Ş.Urfa): Ben Toros’un 21-22 senelik bayisim. Bu süre içerisinde genel merkezi ya bir defa ya iki defa aramam icap etmiştir. Sorunlarımızı hep kendi bölgemizde, karşılıklı anlayış içerisinde hallederiz. Bir aile anlayışı içinde, sorunlarımızı karşılıklı olarak konuşarak, tartışarak çözümleriz.
Anılarda iz bırakanlar
BEN ZATEN BU GENÇLERİ O ZAMAN GÖZÜNDEN TANIMIŞTIM!
Ahmet Ecemiş (Adana): Konya bayiliğini almaya gittik, ilk kez. Tabii o zaman Ahmet Vahit (Yusuf) Bey vardı, merkez müdürlerinden. Telefon açtı, saat 2:30. “25 milyonluk mektup, şu evrakları alın gelin. Sema Oteli’nde saat 5’te buluşalım” dedi. Onlar gün boyunca geziyorlar, dönüşte akşam ancak toparlanıyorlar. Bayilik görüşmeleri yapıyorlar. Ahmet Bey ters bir adam. Yemekte oturuyoruz, “Marul” dedi. Garson da marulun yanında havuç koymuş. Garsona demediğini bırakmadı, “Ben senden havuç mu istedim, ne işi var havucun burada?” diye. Sonra bize döndü, baktı, -Serdar diye bir arkadaşla beraberdik-, “Gençler, ben sizden 25 milyonluk mektup istedim, siz 18 milyonluk getirmişsiniz” dedi, “Sizden bayi olmaz!” Sinirli de bir hali var. Bir taraftan da rakı içiyoruz. Rakı bitsin de kalkalım diye bakıyoruz. Sonra bayiliği aldık neyse ki. O zaman Türkiye birincisi olmuştuk biz. Toplantıda kalktı, “Ben zaten bu gençleri o zaman gözünden tanımıştım” dedi. Hiç unutamıyorum.
BULA BULA BAYİ DİYE BUNU MU BULDUN?
Reşit Kılıç (Mardin): Bir bölge müdürümüz vardı, Seyfettin Bahçıvancı. Ben İzmir’de Yabancı Diller’e gidiyordum, Seyfettin de orada Ziraat Fakültesi’ne devam ediyordu. O tarihlerde otomotiv işi yapıyorduk. Benim bir arkadaşım “Abi, adamın biri gelmiş, gübre bayiliği veriyorlar” dedi. “Boşver” dedim, “Kim uğraşacak şimdi.” Israr etti, “Abi, gel bir görüş bu arkadaşla. Adam arıyorlar, bulamıyorlar” dedi. Ben de epey yoğundum. Neyse gittik, oturduk, çay kahve vesaire. Adam dışarı çıkmış, bekliyoruz. Geldi. Bir de baktım, benim okulda birlikte kaldığım arkadaş. Hoş beş ettik. “Ben burada satış temsilcisi oldum, bu bölgeye ben bakıyorum, bir bayi arıyoruz” dedi. Sonuçta, imzaladık belgeleri. O aralar ben sık sık İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e gidiyorum, araç almaya. Tabii daha genciz. Üzerimde bir kot pantolon, ayağımda spor ayakkabı, saçları arkaya doğru uzatıyoruz. Urfa bölgeye uğradım, bir merhaba diyelim diye. Murat Bey, “Kim bu?” diye sordu. Seyfettin de “Mardin’deki yeni bayimiz” dedi. Murat Bey, “Lan bula bula bunu mu buldun?” dedi. Murat Bey’le o gün bugündür halen görüşürüz.
Denetim Müdürü İhsan (Pala) Abi’nin hiç unutamadığım bir sözü vardı. Gelir bölgede dolaşırdı. Toros’un eski bir bayisi de vardı orada. Onlar 300-500 ton civarında satıyordu, biz 1.800 ton civarında. Genciz tabii, hava atıyoruz. “Bu kadar sattık, daha ne yapalım” filan diyoruz. İhsan Abi elini omzuma koydu, “Bak” dedi, “Seni çok seviyorum. Ama bu işi tam yapıyoruz deme. Neden daha büyük düşünmüyorsun? Bölge birinciliğini, hatta Türkiye birinciliğini düşünmüyorsun?” Sonra o dedikleri gerçekleşti. O sözü benim için çok etkili oldu. İhsan Abi hep şöyle derdi: “Biz her zaman sizi destekleriz. Biz bayilerin omuzlarındayız, bayi ne kadar yükselirse biz de o kadar yükseliriz.”