Türkiye’nin en verimli ovalarının yer aldığı Akdeniz Bölgesi’nin Toros Tarım tarihinde de özel bir yeri var. Toros Tarım'ın doğduğu Çukurova, binlerce yıldır olduğu gibi, bugün de bereket sunmaya devam ediyor.
Çukurova’yı da içine alan tarihi Kilikya bölgesi, hem coğrafi konumu hem de yeraltı ve yerüstü kaynaklarının zenginliği nedeniyle, tarihin her döneminde büyük devletlerin ilgisini çekti. Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin hayat verdiği bu topraklarda Hitit, Mısır, Asur, Roma, Bizans ve Pers devletleri ile çeşitli krallıklar egemenlik mücadelesi verdiler. Bu mücadelenin temelinde, Doğu Akdeniz’i kontrol altında tutma hedefi kadar, bölgenin bereketli topraklarına sahip olma isteği de yer alıyordu. Çukurova, binlerce yıldır olduğu gibi, bugün de bereket sunmaya devam ediyor. Yöre insanının söylediği gibi, “adam ekilse biten” bu verimli topraklar, Anadolu’nun en önemli tarım merkezlerinden biri olarak Türk çiftçisine kollarını açıyor.
Günümüzde Toros Tarım’ın “Akdeniz Bölgesi” olarak tanımladığı alan, tarihi Kilikya ile hemen hemen aynı sınırları paylaşıyor. Batıda Alanya’dan başlayarak doğuya doğru Karaman, Mersin, Niğde, Adana, Osmaniye, Antakya, Gaziantep ve Kahramanmaraş’a kadar uzanan bir bölgeyi kapsayan Kilikya, Anadolu’nun en önemli tarihi bölgeleri arasında yer alıyor.
Kilikya adı, Helenistik dönemde kullanılmaya başladıysa da, bölgenin tarihi çok daha eskilere gidiyor. Mersin’deki Yumuktepe ve Tarsus’taki Gözlükule Höyüklerinden elde edilen bilgiler, bu bölgedeki yerleşimin Neolitik Çağa (M.Ö. 8000-5500) kadar uzandığını ve burada yaşayan insanların o dönemde tarım yapıp keçi ve sığır yetiştirmeye başladıklarını ortaya koyuyor. Binlerce yıl boyunca birçok yerleşime sahne olan bölgede kurulan ilk siyasi varlık, Hitit İmparatorluğu’na bağlı Kizzuwatna Krallığı idi. Hurrilerin kurduğu bu krallık, aynı zamanda Hititlerin denizle bağlantısını kuruyordu. Orta Anadolu, Doğu Akdeniz sahilleri, Kuzey Suriye, Mezopotamya, hatta Kıbrıs, Mısır ve Ege Dünyası ile iletişimi olan Kizzuwatna, doğal kaynaklar açısından da son derece zengindi. Toros Dağları’nda demir ve gümüş çıkarıldığı gibi, yamaçlar ormanlarla kaplıydı. Ayrıca ülkenin nehirlerle sulanan düzlük kesimleri, tarıma uygun topraklarla kaplıydı.
Eski çağların ünlü coğrafyacısı Strabon’a göre Helenistik ve Roma dönemlerindeki Kilikya iki kısma ayrılıyordu: Cilicia Aspera, yani Dağlık Kilikya ile Cilicia Pedias, yani Ovalık Kilikya. Dağlık Kilikya, tarım açısından fakir bir bölgeydi. Tarım güç koşullar altında yapılıyordu, ama bu bölgedeki şehirler sıtmanın öldürücü etkisinden ve ikide bir çıkan savaş tehlikesinden uzaktı. Ovalık Kilikya’da ise toprak bereketliydi. Fakat bölgeyi yerleşime açmak için hem bataklıklarla, hem sıtmayla, hem de istilacılarla mücadele etmek gerekiyordu.
Yine de Antik Çağ ekonomisinde tarımsal üretim önemli bir rol oynadığından Kilikya’nın bereketli ovaları insanları kendine çekiyordu. Bölgeden elde edilen buluntular, küçük çiftlik ve köy temelli bir ekonominin varlığına ilişkin çok sayıda arkeolojik kanıt sunmaktadır. Tarihi çağlarda sırasıyla Hitit, Asur ve Pers egemenliğine giren bölge, bir süre Büyük İskender’in yönetiminde kaldı ve Roma’nın ikiye bölünmesinden sonra Bizans’ın hakimiyetine geçti. 7. yüzyılda Müslümanlar, 12. yüzyılda Haçlı orduları, sonra da Anadolu Selçukluları ve Ramazanoğulları Beyliği’nin yönetimine giren bölge, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferinden sonra Osmanlı yönetimine geçerek 19. yüzyıla kadar devam eden uzun bir istikrar dönemi yaşadı. 1833’te Mısır ordusu tarafından istila edilen Çukurova, tekrar Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Halep Vilâyeti’ne bağlandı, 1867 yılında ise Adana Vilayeti kuruldu.
ÇUKUROVA PAMUKLA TANIŞIYOR
19. yüzyılın ikinci yarısı, tarımsal açıdan Çukurova için bir dönüm noktası oldu. 1861’de ABD’deki iç savaş nedeniyle pamuk ihtiyacını karşılayamayan İngiltere, Mısır ve Anadolu’da pamuk üretimini teşvik etmeye başladı. İngiltere’nin yoğun çabası sonucu 1862’de çıkarılan bir fermanla pamuk üreticisine devlet arazisi verildiği gibi, vergi muafiyeti ve ücretsiz tohumluk gibi kolaylıklar sağlandı. 1864’te Ticaret ve Ziraat Nezareti konuyla ilgili bir yönetmelik hazırladı ve iki yıl içerisinde 140 ton pamuk tohumu getirildi.
Aynı yıllarda yine İngiltere tarafından bölge ile ilgili ulaşım projeleri hazırlandı. Bölgenin İskenderun-Halep üzerinden Basra’ya; Antep-Urfa üzerinden Diyarbakır’a ve Aksaray-Koçhisar üzerinden Ankara’ya bağlanması için planlar yapıldı. 1886’da Adana-Mersin demiryolunun açılmasıyla, tarım makineleri ithalinde ve tarıma dayalı sanayide hızlı bir gelişme yaşandı. Bölge halkı ilk buharlı biçerdöver, pulluk ve harman makineleriyle bu dönemde tanıştı. Amerikan McCormick şirketi Adana’da, Fiat traktörleri Adana ve Mersin’de, Fordson şirketi Tarsus’ta temsilcilikler açtı. İngiliz girişimciler Adana, Mersin ve Tarsus’ta ilk çırçır fabrikalarını kurdular. 1887’de Tarsus’ta iplik fabrikası, 1890’da Adana’da askeri giysi fabrikası, 1904’te de dokuma fabrikası faaliyete geçti.
Bölgenin yükselen ekonomisi, İngiliz ve Fransızların ardından Alman ve Amerikalıların da bölgede etkinlik mücadelesine katılmasına neden oldu. 20. yüzyılın başında, bölgedeki ticari faaliyetlerde adeta bir patlama yaşandı. Adana’da Sanayi ve Ticaret Odası ile Ticaret Borsası oluşturuldu. Alman İhraç Birliği Mersin’de bir şube açarken, Deutsche Levantinische Baumwolle Gesellschaft (Alman Levanten Pamuk Şirketi) Çukurova’da pamuk üretim ve ticaretine başladı. Bölgedeki girişimcilerin ihtiyaç duyduğu krediyi sağlamak amacıyla Osmanlı Bankası Adana, Mersin ve Tarsus’ta; Die Deutsche Orient Bank Mersin ve Tarsus’ta; La Banque Française de Syrie, Adana ve Mersin’de şubeler açmışlardı. Dahası, Fransa ve Almanya, Mersin, Adana ve İskenderun’da kendi posta merkezlerini kurmuşlardı.
Bölgede yetiştirilen ürünlerin çoğu Mersin Limanı’ndan yurtdışına ihraç ediliyordu. 1913 yılı itibariyle bu ihracatın yaklaşık yüzde 54’ünü tahıl ve un, yüzde 16’sını pamuk ve iplik, yüzde 14’ünü de susam oluşturuyordu. Orman ürünleri de ihracatta önemli bir paya sahipti. Bölgenin zenginliği, I. Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletlerin gözünü bölgeye dikmesine yol açmıştı. Nitekim savaşın hemen ardından Antep, Maraş ve Urfa vilayetleri İngilizlerin işgaline sahne olurken, Fransız birlikleri de mütareke hükümlerini hiçe sayarak 21 Aralık 1918’de Adana’yı işgal ettiler.
Bundan sonraki dönemde Fransızlar, bölgedeki ekonomik faaliyetleri kendi istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için yoğun bir çaba içine girdiler. Bölgedeki çıkarlarını kurumsallaştırmak amacıyla ihtiyaç sahiplerine uzun vadeli kredi olanağı sağlarken, Adana Pamuk Kumpanyası adıyla bir Fransız şirketi kurarak çiftçilere kredili tohumluk dağıttılar. Bu dönemde haberleşme imkânlarının artırılması, yeni yollar yapılması ve Mersin Limanı’nın genişletilmesi gibi faaliyetler yürüten Fransız yönetimi, doğal kaynakları ve pamuk üretim potansiyeli nedeniyle vazgeçilmez saydığı Çukurova’ya yerleşmeye çalışıyordu.
KURTULUŞ MÜCADELESİ
Çukurova’daki Fransız işgali, Müslüman ahalinin bölgeyi terk ederek kuzeye çekilmesine sebep oldu. Bu durum, sosyal ve kültürel alanda birçok olumsuzluğa yol açtığı gibi, ekonomik ve ticari hayatı da kesintiye uğrattı. Savaş ve işgal yıllarında, tarımsal üretime dayanan bölge ekonomisi büyük bir çöküntü yaşadı. Bölgenin en önemli ekonomik varlığı olan pamuk üretimi düştü. 1914 yılında 135.000 balya olan pamuk üretimi, 1921 yılında 20.000 balyaya kadar gerilemişti. Aynı durum hububat üretiminde de yaşandı. Yeterince mahsul alınamadığı için pamuk ve un fabrikaları kapandı.
Bu durum, Milli Mücadele döneminde de devam etti. Ama bütün zorluklara rağmen Çukurovalılar, tüm güçleriyle Milli Mücadele’ye destek vererek Fransız işgalcilere karşı Dörtyol’da, Kozan’da “çete savaşı”na giriştiler. Atatürk’ün talimatı ve bölgeye gönderdiği subayların desteğiyle başlatılan bu güçlü direniş, Fransızları önce ateşkes ilan etmeye, daha sonra da Ankara Antlaşması’nı imzalamaya zorladı. 20 Ekim 1921’de TBMM ve Fransız Hükümeti arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Türk milli egemenliğinin haklılığı, bir İtilaf Devleti tarafından ilk kez tanınmış oldu.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Fransızlar bölgeyi Türk yönetimine devrettiklerinde üretim düşmüş, ticaret durmuştu. Tarlalar boş, çiftlikler sahipsizdi. Ankara hükümeti, bölgenin Türk yönetimine geçmesinden sonra, savaş ve işgal dolayısıyla başka yerlere göç etmiş olan halkın geri dönmesi için yoğun bir çaba sarf etti. Cumhuriyetin ilanının ardından hükümet, toprağın yeniden işlenmeye başlaması, yatırım ve üretimin artırılması için girişimlere başladı. Nitekim Cumhuriyet tarihinin uluslararası statüdeki ilk “Ziraat Sergisi”, bizzat Mustafa Kemal’in direktifleri doğrultusunda 1924’te Adana’da açıldı.
Bu dönemde ilkel yöntemlerle yapılan tarımın geliştirilmesi için de büyük bir seferberliğe girişildi. Tarımda makineleşmeyi sağlamak için, 1926’da çıkarılan yasayla, traktör kullanan çiftçilere mali ve teknik yardım destekleri getirildi. Tahıl, pamuk, mısır, patates gibi tarım ürünlerinde, iyileştirilme sağlayacak tohum türlerinin araştırılması için Tohum Islah İstasyonları kuruldu. Adana Tohum Islah İstasyonu’nun ürettiği yerli pamuk tohumu çok başarılı oldu ve iki yıl içinde Çukurova’da, ince dokumaya elverişli pamuk üretildi.
Köylünün ürün öncesi nakit sıkıntısını gidermek için Ziraat Bankası devreye sokuldu ve çiftçilere kredi kolaylıkları sağlandı. Kooperatifçilik teşvik edildi. Fiyatların düşük olduğu bölgelerde, devlet tarafından destekleme alımları yapıldı. Yurtdışına tarım eğitimi görmek için öğrenci göndermenin yanında, ziraat memurları ve öğretmenler hızlandırılmış kurslarla, köylüye bilgi götürecek tarım teknisyenleri olarak eğitildi.
Bu gibi çabalar, Çukurova’nın yeniden yükselmesini sağladı. Türkiye’de tarımda makineleşmenin başladığı ilk yerlerden biri olan Çukurova’da, özellikle 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti (DP) döneminde büyük gelişmeler sağlandı. Marshall Planı ile başlatılan kalkınma hamlesi ile karasaban ve öküzün yerini modern zirai makineler alırken, adeta bir üretim patlaması yaşandı.
O dönemde Adana Çiftçi Birliği Başkanlığını yapan Fazlı Meto, eskiden beri ziraatı az çok motorlaşmış olan Çukurova’nın “Marshall Planı’ndan en geniş ölçüde istifade etmiş olmasını gayet tabii” görülmesi gerektiğini belirtiyor ve Çukurova çiftçisinin traktör ve ziraat aletlerini elde etmek imkânına sahip olur olmaz bundan en geniş şekilde yararlandığını söylüyordu.
Kendisi de bir Çukurovalı olan Yaşar Kemal ise, ihtiyacı olan olmayan herkesin bir traktör edinme sevdasına düştüğü bu hareketi bir tür “oburluk” olarak nitelendiriyordu. Ünlü yazar, mevsimlik işçinin Anadolu’da en yoğun olduğu bölge olan Çukurova’da işsiz kalan tarım işçilerinin dramını, bir köylünün ağzından şöyle kaleme alıyordu:
“Artık tamamen halimiz müşküle sardı. Yapacak hiçbir iş kalmadı. Bundan sonra Çukurova’da topraksız insan yaşayamaz. Her işi makine yapıyor. Bize traktör sürücülüğü bile düşmüyor. Çünkü herkes kendi traktörünü kendisi sürüyor. Bu böyle giderse çoluk çocuk hep aç öleceğiz.”
Çukurova’nın yükselişindeki bir diğer faktör de sulama altyapısının geliştirilmesiydi. 1956 yılında Seyhan Barajı’nın açılması ve 1970’li yıllarda sulama kanallarının devreye girmesi ile birlikte sulanabilir arazide büyük artış sağlandı. 1980’li yıllarda ise ikinci ürün uygulamasına geçildi. Böylece 1,5 milyon dekar alanda soya, mısır ve yer fıstığı ekimine başlandı. 1930-40 yıllarında tarıma ve tüketime dayalı sanayileşme ile başlayan sanayi faaliyetleri de zamanla büyük ölçekli fabrikalar olma sürecine girdi.
“BEYAZ ALTIN”, YERİNİ “SARI ALTIN”A BIRAKIYOR
Çukurova’nın tarihten gelen geleneksel tarım yapısı içinde önemli bir yeri olan pamuk her ne kadar Adana’nın simgesi olmayı sürdürse de, bölgedeki pamuk ekimi alım fiyatlarının düşük oluşu nedeniyle son yıllarda ciddi şekilde geriledi. Bir zamanlar Çukurova’nın “beyaz altını” olarak değerlendirilen pamuk, son 15 yıl içinde yavaş yavaş yerini bölge insanının “sarı altın” dediği mısıra bıraktı. Öyle ki Adana Ticaret Borsası, Türkiye’de mısır fiyatının oluştuğu yer haline geldi.
Günümüzde bölge, soya fasulyesi, yer fıstığı ve mısır üretiminde Türkiye’de ilk sırada bulunuyor. Ayrıca buğday, ayçiçeği, soğan, pirinç, nar, şekerkamışı, patates, bakla, börülce, domates, biber, fasulye, marul, lahana, üzüm, karpuz ve kavun üretimi bölgede geniş olarak yapılıyor. Türkiye turp ihtiyacının yüzde yetmişi bu bölgeden karşılanıyor. Narenciye (portakal, mandalina, limon) ihracatının yarısı, muz üretiminin çoğu ve yaş meyve-sebze üretiminin önemli bir kısmı da bu bölgeden karşılanıyor.
TOROS TARIM’IN DOĞDUĞU YER
Akdeniz Bölgesi’nin, Toros Tarım tarihinde de özel bir yeri var. Toros’un ilk kurulduğu yıllarda, gübre fabrikasının kurulacağı yerin seçimi için İskenderun Körfezi’nden Silifke’ye kadar 26 muhtelif yer incelenmiş, sonunda fabrikanın Ceyhan’da kurulmasına karar verilmişti. Bu seçimin yapılmasındaki birinci etken, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından Çukurova’da kurulacak gübre tesisi için teşvik veriliyor olmasıydı. Daha da önemlisi, bu bölge çok önemli bir tarım merkeziydi. Üstelik, fabrikanın açılışına katılan Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın söylediği gibi, “Aşağı Fırat Projesi”nin (GAP) hayata geçmesiyle tarım daha da önemli hale gelecekti. Ceyhan, bu açıdan, gübre fabrikası kurmak için ideal bir konuma sahipti.
Firmanın ilk tohumu 1981’de Ceyhan’da filiz verdiğinde Toros, sektörünün en küçük oyuncusu konumundaydı. Firma, kısa zamanda başarılı bir performans sergileyerek yeni bir yatırım kararı aldı ve fabrikanın üretim, torbalama ve depolama kapasitesi 1986 yılında yaklaşık iki katına çıkarıldı. Aynı yıl gübre sektörünün liberasyonu ile serbest rekabet koşullarına kavuşan Toros, yeni terminal, depo ve bayi yatırımlarını hayata geçirerek büyük bir atılım gerçekleştirdi. Aynı yıl Adana’da polipropilen torba üreten bir tesisin satın alınmasıyla, Toros Tarım kendi torba ihtiyacını kendi bünyesinde karşılamaya başladı. Ardından 1989 yılının son günlerinde Mersin’de bulunan Akdeniz Gübre’nin hisselerini satın alarak yıllık üretim kapasitesini 1,5 milyon tona yükseltti. Toros, en küçük oyuncu olarak girdiği gübre sektöründe 10 yıl içinde Türkiye’nin en büyük gübre üreticisi haline gelmişti.
Çukurova’nın bereketi, gübre üretimi dışında Toros’u başka yatırımlara da yöneltti. Bunların en önemlilerinden biri, yine Adana’da bulunan ve Sabancı Grubu’na ait Sapeksa tesisinin 2004 yılında satın alınarak, Agripark adıyla bünyeye katılmasıydı. Tarımsal faaliyetlerde verimlilik ve kalite artışı için uygun gübre kullanımının yanı sıra hastalıklara dayanıklı ve nitelikli tohum kullanımının da önemine inanan şirket, Toros Tarım’ın teknotarım uygulama merkezi olan Agripark’ta doku kültürü yöntemiyle hastalıklardan arındırılmış tohum ve fide üretimi gerçekleştiriyor. Türk çiftçisine kaliteli, yüksek verimli ve sağlıklı tohum sunan Agripark, faaliyetlerini özellikle hastalıklar nedeniyle büyük verim kayıplarının yaşandığı patates tohumluğu üzerinde yoğunlaştırmış durumda. Üretilen patates tohumları, geçtiğimiz yıllarda Nevşehir’de hizmete giren yeraltı deposunda muhafaza ediliyor. Diğer yandan, doku kültürü alanında patates dışında öncelikli ürünlerden bir diğeri olan muz fidesi üretimi yoluyla da, endemik bir tür olan Anamur muzunun sağlıklı koşullarda çoğaltılması sağlanıyor.
AKDENİZ BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
Türkiye’nin en önemli tarım merkezlerinden biri olan Akdeniz Bölge’de çalışmalarını Bölge Müdürü olarak sürdüren Ali Hikmet Tatarhan, 1998 yılından bu yana Toros Tarım ailesinin bir üyesi. Daha önce Batı Akdeniz, Trakya ve Ege Bölgelerinde Bölge Müdürü olarak görev yapan Tatarhan, son 6 yıldır Akdeniz Bölge Müdürlüğü görevini sürdürüyor. Merkezi Adana’da bulunan Akdeniz Bölge Müdürlüğü, Adana, Gaziantep, Hatay, Mersin, Kahramanmaraş, Nevşehir, Niğde, Kilis ve Osmaniye illerinde 113 bayi ve 61 yetkili satıcı ile Toros ürünlerini geniş çiftçi kitlesine ulaştırıyor.
Ali Hikmet Tatarhan’ın verdiği bilgilere göre Türkiye’nin en verimli ovalarının bulunduğu bölgede, iklim ve toprak özelliklerinin uygunluğu nedeniyle geniş bir ürün yelpazesinde yılın 12 ayı tarım yapılabiliyor. Bölgede, örtü altı ve seracılık tesisleri her yıl artış gösteriyor. Genel olarak mısır, buğday, pamuk, narenciye, karpuz, muz ve çeşitli sebze-meyvelerin yetiştirildiği bölgede, modern tarım teknikleri ve sulama sistemleri kullanılarak yüksek verim elde ediliyor.
Son beş yıllık ortalamaya göre bölgedeki gübre tüketimi 1 milyon ton civarında. Genç ve dinamik bir ekibe, güçlü bir bayi ağına ve zengin gübre çeşitliliğine sahip olmanın yanı sıra Ceyhan ve Mersin üretim tesislerinin bölge sınırları içerisinde olmasının verdiği avantajla, Akdeniz Bölge Müdürlüğü’nün bölgedeki pazar payı %35-42 aralığında değişiyor.”
CAVİT AHMET ECEMİŞ - Niğde Merkez Bayisi
“ÇİFTÇİNİN EN BÜYÜK PROBLEMİ ENERJİ”
1986 yılından beri Niğde Merkez bayisiyim. Daha önce zirai ilaç satıyorduk. Gübre özel sektöre girince bayi olmaya karar verdik. Güvenli bir marka olan Toros Tarım’a müracaat ettik. 1989 yılında bayilik verdiler. İlk zamanlar Toros pek bilinmiyordu. Çiftçinin yöneldiği başka markalar vardı. Sonradan hem firmanın desteğiyle, hem de bizim çabamızla Toros güçlü bir marka oldu. Açıldığımız günden bugüne Toros dışında başka mal satmadık. Bu konuya büyük yatırım yaptık. 5.000 metrekare depolarımız var. Yıllardır bölgenin birincisiyiz. Bizim buraların ağırlıklı ekimi patatestir. Patates ekiminde bir yıl bir yılı tutmaz. Bir sene çok iyi ürün veriyor, diğer sene çok kötü olabiliyor. Patates dışında fazla bir ürünümüz yok. Ekim alanları da küçüldü. Çiftçiler başka yerlere gittiler: Sivas, Kayseri, Konya, Ereğli. Bu tabii müşteriyi de azaltıyor. Buna rağmen pazar payımızı koruyarak devam ediyoruz.
“Çiftçi zor durumda”
Bizim buralarda sulama için yeraltı sularından yararlanılıyor. Ama büyük sıkıntı var. Elektrik kurumu özelleştiği için, çiftçiler senelerdir var olan borçları yüzünden elektrik alamaz duruma geldiler. Bir de eskiden 60-70 metreden çıkan su, şimdi 150-200 metreden çıkıyor. Çiftçinin en büyük problemi enerji. Ürün fiyatları düştüğünden, yeni tohum da alamıyorlar. Mecburen eski tohumla üretmeye çalışıyor. O da kaliteyi ve verimi düşürüyor.
Toros çok güvenilir bir marka. Bizim fiyatlarımız diğerlerine göre biraz daha yüksek. Bu da kaliteden kaynaklanıyor. Bizim müşterilerimiz Toros deyince gözü kapalı alır. Biz de Toros’a güveniyoruz. O konuda çok rahatız. Yalnız ekonomik şartlar öyle değişti ki, fiyat markanın önüne geçti. Eskiden çiftçi illa Toros olacak derdi. Şimdi 4-5 yıldır ucuz mala rağbet arttı. Aslında çiftçi Toros almak istiyor, ama maliyetlerden dolayı mecburen ucuz mala yöneliyor. Sadece bizde değil, bütün sektörlerde öyle.
“Ben bu gençlerin gözünden anlamıştım!”
İlk bayiliği aldığımız zaman biz Konya’ya bağlıydık. Ahmet Bey vardı, Bölge Müdürü. Bize sordu: “Ne kadar satarsınız?” Biz de, “Şu kadar satarız”, dedik. “Bu kadar teminatla söylediğiniz ürün satılır mı?” diye sordu. O yıl çok güzel mal sattık. Hatta Türkiye üçüncüsü olmuştuk. Sonrasında, “Ben bu gençlerin gözünden anlamıştım, bizi hiç pişman etmediler,” dedi. O zamanlar 25 yaşındaydım. 30 sene geçmiş. Eskiden teknoloji bu kadar değildi. Bazı sıkıntılar çektik. Şimdi ise hiçbir sorunumuz yok. Toros Tarım’ın bayisi olmaktan çok memnunuz.
YAVUZ TEZCAN - Adana Ceyhan Bayisi
“ESKİDEN ÇUKUROVA DEMEK PAMUK DEMEKTİ”
Türkiye’de Çukurova denilen yerin sadece ova olduğu düşünülür. Oysa ki Tarsus’tan başlayarak Karataş, Ceyhan, Yumurtalık, İmamoğlu gibi ilçelerin tamamının ortak adıdır Çukurova. Çukurova’nın içinde yer alan Ceyhan Ovası, Çukurova’yı oluşturan ovalar grubunun en büyüğüdür. 1 milyon 120 bin dekar arazide tarım yapılır. Bunun yaklaşık %85’i sulu ziraat yoluyla, gayet bereketli bir şekilde yapılır. Burada tüm ürünler yetişir. Yaşar Kemal’in romanlarının konusu pamuktur, pamuk ağasıdır, ameledir. 1979-80 yıllarında üniversite için Ankara’ya gittiğimde Adanalı olduğumu öğrenen arkadaşlarımın ilk aklına gelen şeyler bunlardı. 1980’li yıllarda dünyada pamuk üreten ve ihraç eden ilk 10 ülke içerisindeydik.
Fakat geçtiğimiz yıllarda siyaseten fazla önem verilmemesi nedeniyle bölgedeki üreticimizin pamuğa bakışında bir olumsuzluk oldu. Pamuk ekimi gitgide azaldı. Çukurova üreticisi pamuğa alternatif ürünler bulmaya çalıştı. Mesela mısır... Türkiye’de üretilen mısırın %25’i bu topraklarda yetişiyor. Türkiye’de ekilen karpuzun %40’ı Ceyhan’dan çıkıyor. Ayçiçeği, yerfıstığı ekimi başladı. Ayrıca bölgemizde çok yoğun bir şekilde narenciye üretimi mevcut. Bölgemizin coğrafi ve iklimsel koşullarından dolayı, çay ve fındık dışında hemen tüm ürünler ekilebiliyor. Bir defa düz bir bölge. Sulanabilir alan çok fazla. Kıraç bölge az. Bu da bölgemizi çok önemli bir tarım merkezi haline getiriyor.
“Dünyanın en bilinçli üreticisi”
Buradaki üretici bana göre dünyanın en bilinçli üreticisi. Amerika’da 1 dekardan elde edilen mısır ortalaması 900 kg’dır. Bizim burada 1.500-1.800 kg mısır üretebiliyoruz. Biz uzun süre vahşi sulama yaptık. Ama son 10 yıldır, birçok çiftçimiz damla sulama dediğimiz, toprağı daha çok besleyen ve gelecek nesillere ekilebilir arazi bırakabileceğimiz bir sisteme ve yağmurlama sistemine geçti. Ama mısır ürününde halen salma sulama devam ediyor. Tabii işin ekonomik boyutu da var. Damla ve yağmurlama sulamanın bir yatırım maliyeti var. Ürettiğiniz ürünün ise bir satış değeri var. İnsanlar doğal olarak en az maliyetle ürününü pazara sunmak istiyor.
Bölgemizdeki üreticinin sıkıntılarıyla Türkiye’nin diğer bölgelerindeki sıkıntılar aynı. Çok pahalı mazot kullanıyoruz. Dünyada tarımsal amaçlı en pahalı mazotu Türk çiftçisi kullanıyor. Tohumluk, gübre fiyatları ortada. İşçilik maliyetleri yüksek. Türkiye’de bazı ürünler hariç tarım para kazandırmıyor. Aşırı yağış ve kuraklık da zarar veriyor. 20 yıl önce teknolojinin çok daha geri olmasına rağmen insanlar daha refah içerisinde yaşıyordu.
“Dört nesildir tarımın içindeyiz”
Biz yaklaşık 30 yıldır Toros Tarım bayisiyiz. Dört nesildir tarımla uğraşıyoruz. Dedem pamuk ekiyordu. Sonra babama kaldı. Babamdan sonra ben devam ettim. Hububat alımı ve ekimiyle uğraşıyordum ilk başladığımda. Düşündüm, hububat için gübre, ilaç gerekli. Bunların da ticaretine başladım. O gün bugündür, 30 yıldır Toros Tarım bayiliği yapıyorum. Bayiliği ilk aldığımda bir kartvizit bastırmıştım. Bizim şirketimizin ismi de Tezcanlar olduğu için, Toros’un “T” harfini kopyalamıştım. Toros bayisi olmak 30 yıl önce de, şimdi de önemli bir şey. Yani ciddi marka değeri olan bir şey. Böyle bir firmanın üyesi olmak beni gururlandırıyor. Bazı markalar vardır, ürünün önüne geçer. Toros da gübrenin önüne geçen bir marka. Ben doğru gübreleme yapmayı Toros ile öğrendim. 2005 yılında Ceyhan Ziraat Odası’nda yaprak, toprak analiz bölümünü kurdum. Toros Tarım bana ışık tuttu. Toros’a bu bakımdan da teşekkür borçluyum.
“Toros bayisi olmak, ticari hayatımdaki ilk başarıydı”
Bizim bayi toplantıları çok neşeli geçer. Bayilerin kendi aralarında samimiyet vardır. Toros Tarım bayileri bölgelerinde çok sevilen ve sayılan insanlardır. Trakya’da halletmem gereken bir işim oluyor. Bakıyorum oradaki Toros Tarım bayisi kim. Arıyorum. Hemen yardımcı oluyorlar. Aynı şey benim için de geçerli. Herkes Toros Tarım bayisi olamıyor. Güvenilir ve dürüst olmak çok önemli. Ben Ankara Gazi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü bitirdikten sonra Hacettepe’de yüksek lisans yaptım. Devlet bursuyla İngiltere’ye gittim ama bitiremedim. Lise ve üniversite dolayısıyla hep Ceyhan’ın dışında yaşadım. Ama Çukurova, Ceyhan özlemi hep vardı. Döndüm, geldim. Dedemin ve babamın yapmış olduğu ticareti, eğitim hayatımın vermiş olduğu teknik bilgilerle genişleterek devam ettirdim. Diyebilirim ki Toros Tarım bayisi olmak, benim ticari hayatımdaki ilk başarıydı. Halen de aynı gururu yaşamaya devam ediyorum.
HAKKI KÖSE - Adana Merkez Bayisi
“MISIR ARTIK ALTERNATİFSİZ”
Yaklaşık 25 yıl önce kendi işyerimi açtım. Genelde tarım ilaçları üzerineydi ilk faaliyetimiz. Sonrasında mısır tohumu ve gübre geldi. Şu anda çiftçinin ihtiyacı olan tüm malzemeyi karşılıyoruz. 6 yıldır da Toros bayisiyim. Toros’u tercih ettim, çünkü gübrede Toros bütün firmaların önünde. Tüm çeşitleri bulunduran, Türkiye’nin her yerine yatırım yapan bir firma. Sektörün en büyüğü. İlçeler de dahil olmak üzere, birçok bayiliği var. Kurumsal bir firma.
Bölgemizde genelde %60 oranında mısır tarımı yapılıyor. Kalan %40’ın dağılımı da %10 pamuk, %10 soya, %10 hububat, ayçiçeği ve buğdaydır. Aşağı yukarı 15 yıldır bu oranlar devam ediyor. Mısır konusunda Adana, öncü pozisyonda. Dünyada mısır verim ortalamasının en yüksek olduğu yer Adana’dır. Adana’nın iklimi mısıra çok uygun, çiftçi de çok bilinçli. Daha önce hep pamuktu ama mısır artık alternatifsiz.
Bundan 15-20 yıl önce pamuk ekilirken tarım ilacı çok kullanılırdı. Şimdi ise tarım ilaçları çok azaldı. Mısır için taban gübresi kullanılır, dekar başına 60 kg. Bir de baharda üst gübreleme yapılır. O dönemde de dekara 60-65 kg gübre atılır. Gübre fiyatları piyasa ve dünyayla hemen hemen aynı düzeyde ama işçilik ucuz. Bunun sağladığı bir avantaj var. Buradaki toprak ve iklimin verimliliğe olumlu etkisi de çiftçinin yüzünü güldürüyor. Çiftçinin belki de tek şikâyeti enerji.
Peşin şikâyet!
Biz mısır ve buğday tohumu da satıyoruz. Çiftçi eker ve bir hata çıkarsa hemen şikâyet eder. Yetkili eleman da gider bakar. Geçmiş zaman, bir çiftçimiz mısır tohumuyla alakalı şikâyette bulundu. Teknik elemanlar da yakın bir köydeydi. Hemen onları aradım. Teknik elemanımız oraya vardığında çiftçiye sorunun ne olduğunu sormuş. O da, “Ben daha mısırı ekmedim. Komşuların şikâyeti vardı, siz gelene kadar ben mısırı ekmiş olurum diye düşündüm,” demiş. Yani kafasında, “Nasıl olsa 1 hafta, 10 gün sonra ancak gelirler” diye düşünerek, daha ortada hiçbir şey yokken kulaktan dolma laflarla şikâyette bulunmuş. İşte çiftçi psikolojisi! İşletmemizde 20 kişi çalışıyor. Yarısı ofiste, diğer yarısı da taşımacılıkta çalışıyor. Hızlı ve gününde teslim edebilmek için teslimatları biz yapıyoruz.
ORHAN YETKİN - Gaziantep Bayisi
“ESKİDEN GÜBRE DEYİNCE ÇİFTÇİ GÜLÜP GEÇERDİ”
Ben 1931 doğumluyum. Antep’te dedem sabun imalatçısıydı. O zamanlar bölgede zeytinlikler olduğundan sabunculuk da vardır. Ben ilkokulu bitirdikten sonra babam hangi okula gideceğimi araştırmış. 1944’te Robert Kolej’e girdim, 1952 yılında mezun oldum. Askerliğimi yaptıktan sonra evlendim, iş hayatına atıldım. İthalatla meşguldüm; zirai ilaç ithalatı yapıyordum. Daha sonra Toros Gübre’nin kurulduğunu haber aldım. Gübre ithalatından vazgeçip Toros bayisi oldum. Sanırım 30 küsur yıldır devam ediyoruz. Anlayışlı, doğru, mertçe ve hiçbir zaman üzüntü sıkıntı duymadan geçirdik bu süreyi. Gelenler gidenler oldu. Hayat böyle. Umarım daha da uzun olur bu süre.
Bize bağlı çalışan üç şubemiz, üç tane de ziraat mühendisi çalışanımız var. Ben idareci olarak, hep birlikte sıkı bir çalışma temposuyla yürütüyoruz işimizi. Toros, her zaman dürüst çalışan, doğruluğu ve kaliteyi hiçbir zaman bırakmayan bir anlayışa sahip. Biz de ona uygun olarak çalıştık hep. Dürüst bir satıcı olarak hürmet görüyorum, çiftçiyle yakın çalışmaktan zevk alıyorum. 8 tane torunum var. Bir tanesini yanıma transfer ettim.
“Bir çuval gübre sattığımızda ‘Oh be!’ derdik”
Bölgemizde en çok buğday, fıstık, zeytin üretiliyor. Toros Gübre, Antep’te kaliteli gübre ismi olarak bilinir ve tercih edilir. Biz de bu sayede satışta zorluk çekmeden malımızı verebiliyoruz. Eski zamanlarda, bir çuval gübreyi sattığımızda, “Oh be!” dediğimiz günler olmuştur. 200-300 kg gübre satsak şapkamızı havaya atardık. Şimdi tonlarla konuşuyoruz.
O günlerden bugünlere çiftçi bilinçlendi. Büyük bir aşama kaydetti. Gübre deyince eskiden gülüp geçerdi. Çiftçi uyandı. Artık gübresiz ekim yapmıyor. İlaçsız mahsul almıyor. Sulama tekniği olarak da bir bilinçlenme var. Çok ilerleme var. Bugün her türlü yeniliğe açıklar. Teknolojiden yararlanıyorlar. Onlar böyle ilerlerken, biz de kendimize göre büyük bir aşama kaydettik.
MURAT AKSOY - Hatay Reyhanlı Bayisi
“TOROS HER ZAMAN BİZİ RAHAT ETTİRDİ”
Reyhanlı bayisi olarak Toros Tarım’dan önce yaklaşık 6-7 yıl diğer firmalarla çalıştık. Yaklaşık 17 yıldır da Toros ile çalışıyoruz. Çok şükür Toros’la çok rahat ettik. Ürün çeşitleri geniş. İstediğimiz ürünü istediğimiz zaman bulabiliyoruz. Sevkıyatlarla ilgili pek sıkıntımız olmuyor. Ürünlerinin arkasındalar. Ufak tefek sıkıntılar olduğu anlarda bile hemen müdahale ederler. Çiftçimiz de bundan memnun oluyor. Bu nedenle aynı ürün olsa bile, Toros’u biraz daha pahalıya satabilme durumumuz var. Çünkü Toros, insanlara güven veriyor. Rahat satıyoruz, mutluyuz.
“Tek sorunumuz su”
Bölgemizde soğan, havuç, mısır, pamuk ve buğday ağırlıklı ekim yapılıyor. Bizim ovamız çok verimli bir arazi. Bunun yanı sıra rutubet yok. Özellikle Reyhanlı’da, yazın Temmuz-Ağustos aylarında bile bir rüzgâr vardır. Onun için Reyhanlı’da insanlar yaylaya gitme ihtiyacı duymazlar. İklimi çok güzel olduğu için çok çeşitli desenlerde ürün yetişebiliyor. Dışarıdan gelen tüccarlar bile daha sonraları çiftçilik yapmak için kendilerine ortak arıyorlar. Tek sorunumuz su. Elektrik enerjisi ile yeraltı suyu kullanıyoruz. Onun da çiftçiye çok büyük maliyeti oluyor. Su seviyesi çok aşağıda olduğu için, çok fazla enerji harcamak gerekiyor. Bu çiftçilerimizin en büyük problemi. Adana’daki çiftçinin sulama maliyeti ile Reyhanlı’daki çiftçinin sulama maliyetini karşılaştırsak, Reyhanlı’daki çiftçi 10 misli daha fazla ödüyordur. Ayrıca Reyhanlı’da çiftçimiz ikinci ürün ekemiyor suyun yetersizliği dolayısıyla. Su kıtlığı nedeniyle çoğunlukla damla sulama yöntemine başvuruyor. Reyhanlı Barajı’nın temeli atıldı, yaklaşık 4-5 yıl önce. Onun çalışmaları devam ediyor. Birkaç sene içerisinde biteceği söyleniyor. O baraj bittiğinde çiftçimiz güzel günler görecek.
“Bana neden Toros vermedin!”
Reyhanlı’daki çiftçimiz tarımdaki yeniliklere yavaş yavaş alışmaya çalışıyor. Toprak analizi yaptırıyor, fakat ne hikmetse analizleri çok fazla dikkate almıyor. Bizim burada tarım alanları ortalama 100-200 dönümlük arazilere bölünmüş durumda. Bunun yanı sıra küçük ölçekli müşterilerimiz de mevcut. Reyhanlı’da sadece tarım olduğu için burası çok büyük göç almadı. Tarım yapmayan insanların burada yaşaması çok zor. Ekonomi tarıma dayalı olduğu için, mevcut imkânlar ancak Reyhanlılara yetiyor.
Toros her zaman bizi rahat ettirdi. Yükümüzü aldı. Sorumluluğu fazlasıyla üstlendi. Bizim de emeğimiz oldu ama markamızın emeği çok daha fazla. Sevkıyat konusunda sıkıntı yaşatmıyor. Eskiden bazen gecikmeler olurdu, son birkaç senedir malımız tam zamanında geliyor. Bir gün bir müşterimiz geldi. O sırada istediği ürün sadece başka bir markadan vardı. Ben de çalışanlarımıza malı hazırlamalarını söyledim. Ama sonra müşteri malı görünce, “Sen bana neden Toros vermedin!” diye çıkıştı. Biz de elimizde Toros olmadığını, ayrıca diğerinin daha ucuz olduğunu söyledik. Müşterim illa ki Toros istedi. Çalışanlarımız dahil bunu duyunca hepimiz mutlu olduk.