Anadolu Uygarlıklarının İzinde Buğday

İç Anadolu dendiğinde, hiç kuşkusuz ilk akla gelen tarım ürünü buğdaydır. Buğday, ekonomik öneminin yanında, İç Anadolu’nun toplumsal ve kültürel, hatta arkeolojik bir değeridir.

Bundan yaklaşık 11 bin yıl önce, avcı-toplayıcı insanlar yerleşik düzene geçmeye doğru ilk adımlarını attılar. Urfa yakınlarında yer alan Göbekli Tepe, bu geçişin en önemli ipuçlarını barındırır. İnsanlar, artık avcılık-toplayıcılığın yanında, depolayabilecekleri yabani buğday, yabani arpa ve mercimek, nohut gibi diğer yabani bitkilerin hasadına yoğunlaştılar. Çünkü bu gıdaların hem elde edilmesi daha kolay, hem de besleyici değeri yüksekti.

Doğadaki yiyeceklere erişim bakımından Anadolu ve Mezopo-tamya’da yaşayan insanlar, başka yerlerdekine oranla çok daha şanslıydı. Çünkü bu bölge, başta buğday ve arpa olmak üzere, pek çok tahılın yabani atalarının merkeziydi. İnsanlar önceleri bu iki tahılı doğadan toplarken, zamanla onları ekip biçmeye başladılar. Bu da insanların yerleşik düzene geçip, çiftçiliğe başlamasına olanak sağladı. Günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce, yeryüzünde tarım yapan ilk insanların kurduğu köyler Güneydoğu Anadolu’da ve kuzey Mezopotamya’da görülmeye başladı.

Bundan sonraki 1500 yıl içinde buğday tarımı giderek Orta Anadolu’ya doğru yayıldı. Anadolu’nun neolitik döneme ait en eski yerleşimleri arasında yer alan Aşıklı Höyük (Aksaray), Can Hasan III (Karaman) ve Çatalhöyük’te (Konya-Çumra) yaşayan atalarımız, yabani buğday ve arpayı tarıma almış, ayrıca bezelye ve mercimek gibi bitkileri yetiştirmeye başlamışlardı. Yapılan kazılarda ele geçirilen buğday kalıntıları, bu bitkinin insanlar için vazgeçilmezliğini ortaya koyuyordu. Nitekim nüfusu 8 bine kadar ulaşan Çatalhöyük gibi yerleşimlerdeki nüfusu doyurmak, başka hiçbir şekilde mümkün değildi.

Tarım, daha sonraki çağlarda da önemini korudu. Orta Anadolu’nun iki önemli uygarlığından biri olan Hititlerde iktisadi hayatın temel dayanağı topraktı. Hitit Anadolusunda, bugün yetiştirilen tarım ürünlerinin çoğunu görmek mümkündü. Her tarım ürününün toplumsal ihtiyaca göre yönetim tarafından belirlenmiş bir fiyatı vardı. Halkın geçim kaynağının temelini oluşturan buğdayın fiyatı, diğer ürünlerden daha hesaplıydı ve halkın alabileceği düzeydeydi. Hititlerde, tarım arazileri ve onlardan elde edilen ürünler yasalarla koruma altına alınmıştı. Ekin alanının ateşe verilmesi, ekinlerin çalınması, meyve ağaçlarına el konulması ve tarla sınırlarının ihlal edilmesi gibi suçlara karşı caydırıcı cezalar öngörülmüştü.

MÖ 12. yüzyıl başlarında Ege Göçleri ile Anadolu’ya girip Sakarya boylarına yerleşen Frigler de tarımsal üretimi koruyan yasalar oluşturmuşlardı. Frigler için tarımın önemi, taptıkları Kibele’den (toprağın simgesi olan ana tanrıça) belliydi. Yaşamak ve kalkınmanın öz kaynağının tarım olduğunu bilen Frigler, toprakları ekip biçerken imeceyi etkili bir şekilde kullanıyorlardı.

Tarihi bu kadar eskiye giden ve antik insanların beslenmesinde kilit rol oynayan buğdayın Anadolu’daki sosyal ve kültürel hayata etkileri de çok çeşitliydi. Binlerce yıl boyunca kaya resimlerine işlenen, kilim desenlerine, manilere, destanlara konu olan buğday, Anadolu folklorunun en önemli öğelerinden biri olarak öne çıktı. Gerçekten de hemen tüm uygarlıklar tarafından bereketin ve bolluğun sembolü kabul edilen buğday başağı, adeta kutsal bir figür olarak saygı gördü.

Buğdayın tarihçesinin, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar eskiye gittiği Anadolu, aynı zamanda yabanıl buğday türlerinin genetik çeşitlilik merkezi konumundaydı. Ortadoğu, Batı Asya ve Akdeniz bölgelerine özgü 22 yabanıl buğday türünün 14’ü, günümüzde de Anadolu’daki varlığını sürdürüyor. Ülkemizin her köşesine yayılan bu türler hem buğdayın ıslahı, yayılışı ve evrimi ile ilgili bilimsel çalışmalara yol gösteriyor, hem de buğday kalitesinin artırılması amacıyla yapılan genetik iyileştirme çabalarına önemli katkı sağlıyor.